Sanırım bu soruya aklı başında hiç kimse 'ben istemem' diye cevap vermez. Herkes ister. Mesele isteyip istememekten öte böyle bir imkanın ihtimal dahilinde olup olmadığında, bir de istemekle yetinmeyip gerçekleştirmek için yeterli kararlılığın var olup olmadığında.

2018 ürünü fındıklar toplanmaya başlandı, ihraç sezonunun resmen açılmasına da 28 gün kaldı. Fındık Allah'ın bu coğrafyaya ve dolayısıyla bu coğrafyayı vatan tutan biz Türklere bir büyük lütfu. Öncelikle yağmurun ve rüzgarın aşındırmasına karşı bu bölgenin toprağını korur ve bölge insanını toprağına bağlar. Topraksız ve insansız vatan olmaz.

Fındık sadece üreticinin geçimini sağlamaz, biz farkında olmasak da kıymetini yeterince bilmesek de bu ülkeye çok önemli döviz girdisi de sağlar. Net döviz girdisidir, bir kuruşluk ithal ikamesi yoktur fındığın döviz girdisinde. İhracatımızın yüzde yetmişe yakın kısmının ithal girdisine bağlı olduğunu hatırlarsak fındık ihracatından gelen dövizin önemini daha iyi kavrarız.

Dövizin her geçen gün biraz daha zor bulunduğu bir ortamda fındığı ne yazık ki yeterince değerlendiremiyoruz. Konuyu sadece taban fiyat çerçevesinde ele alıyoruz, ne birime verimi, ne kaliteyi ne de ihracatı artırmayı hedefliyoruz. Biraz bilgisizlik, biraz tembellik, biraz özgüvensizlik ama hepsinden de önemlisi uzun vadeli bir milli politika yokluğu.

Yakın zamana kadar Avrupa'daki tekeller bizi ABD bademi, İtalya ve İspanya fındığı ile korkutarak fiyat kırmaya daha doğrusu fındığımızı üç on paraya elimizden çıkartmaya zorlarlardı. Bademin fındığın alternatifi olmadığını onlar biliyordu ama biz bilmiyorduk ya da bizim bilmemiz istenmiyordu. 1950'li,60'lı,70'li yıllarda üretimi ile adından söz ettirebilen İspanya artık fındık pazarının en kıymetsiz figürlerinden birisidir. Düne kadar en büyük rakibimiz gözüken İtalya ise bugün artık büyük alıcımızdır. Ve galiba asıl sorunda burada başlamakta, burada düğümlenmekte.

Düne kadar fındık piyasasındaki firmalardan herhangi biri olan bir İtalyan firması artık sektörün en büyüğüdür ve dünya ölçeğinde hızla tekelleşmektedir. Düne kadar kendi fındığını bizim fiyat şemsiyemizin birkaç dolar altında pazarladığı için fiyatımızın yükselmesinde yana olan İtalya bugün artık müşterimizdir ve fiyatımızın düşmesinde yararı vardır ve tüm politikalarını buna göre oluşturmaktadır. Türkiye'de firmalar almakta, pazarda doğrudan faaliyet göstermektedir. Ama dahası artık eskiden kalma alışkanlıkla tüccar/komisyoncu ya da ihracatçı dediğimiz Türkler bugün büyük ölçüde bu vasıflarını kaybederek bir firmanın tedarikçisi durumuna düşmüşlerdir. Bu çok acıdır ama gerçektir.

Türkiye son on on beş yıl gibi uzun bir süreden beri bir, bir buçuk milyar dolar eşiğini aşmış, iki, iki buçuk hatta bir yıl da üç milyar dolar eşiğine ulaşmıştır. Beş milyar dolar planlı, programlı on yıllık bir politika sonunda hiç de ulaşılmayacak bir hedef değildir. Türkiye bunu başarabilir, yeter ki uzun vadeli milli bir program belirlesin ve yeter ki hem fındığına hem de kendisine güvensin.

Dünyada refah arttıkça, çikolata, pasta ve kek tüketimi arttıkça bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra fındık tüketimi de artacaktır. Türkiye fındık bahçelerini söktürmek kadar büyük yanlış yoktur. Bereket ki Türk köylüsü uzman geçinenlerden daha basiretli çıktı da kendi ayağına kurşun sıkmadı. Yeni bahçeler kuramayacağımıza göre eski bahçeleri ıslah ederek hem birime verimi artırmak hem üretim ve ihracattaki yerimizi ve payımızı korumak hem de döviz girdimizi artırmak mecburiyetindeyiz. Üretimi kısmaya değil ihracatı arıtmaya bir de giderek daha çok katma değer yaratacak mamul ihracatına yönelmek hem mümkün hem de şart.

Yeni fındık sezonunun köylümüze ve ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum.