Anlaşılan o ki; Benim tahta bavul öykülerim bundan böyle tefrika haline gelecek.

Çünkü varımı, yoğumu artık tahta bavula koyuyorum.

En güvenilir yerim ve sığınağım tahta bavulum.

İnsanların doğumdan ölüme kadar hiç de hak etmedikleri haksızlıklar ve acılarla, kavrulduğunu görmek, hissetmek ve bunun için kimi zaman hiç bir şey yapamamak.

Tıpkı düşünmek gibi "hissetmenin" de körelmesine insanların duygularını yitirmesine şahit olmak gerçekten kahredici.

İnsan yaşadıkça, gördükçe, düşündükçe var oldukça insan olmanın ağırlığı altında daha da eziliyor.

Anlamı kalmayan boş ve onursuz bir hayatı yaşamaları, görünüşe göre tasasız ama çok da duyarsız sahte yaşam ve kesitlere şahit olmak.

Bilmem bütün bunlar için midir tahta bavulumu elimden hiç bırakamıyorum.

Sanki bırakırsam benim de tüm duygularım, varlığım, insanlığım sanki benden çalınacakmış gibi geliyor.

Birikimler ve yaşanmışlıklar arttıkça "insan olabilmenin " acısı daha da artıyor.

Hayatımız hedeflerimize odaklı. Vardığımız hedefler arttıkça, varmayı istediklerimiz, çoğalarak adeta çığ gibi üzerimize yığılıyor. Eziliyor... Eziliyoruz...

Oysa düşünme duygusunu kaybetmeseydik, hedeflerimiz bizi bu denli boğazlamayacak ve haysiyetimizi de yitirmeyecektik hedeflerimiz uğruna.

Bütün bunları bana yazdıran bilinci gayet yaşayarak yazıyorum.

Bu sebepten olsa gerek, kendime küçük bir çember yaptım.

Çemberin içi az, ama öz.

Çemberin dışı mı hiç değmez yazmaya.

Önemsiz...

İşte bu sebepten benim eski kırık dökük bavulum çok değerli.

İçi mühimmat dolu.

Bavulum o kadar çok ağır ki...

İnsanlığın kaybettiği tüm duyguları, doldurmaya çalıştım tahta bavuluma.

Kapatabilmek için üzerine çıkıp oturmak zorunda kaldım.

Kilitleri kapanmak bilmedi bir türlü.

Hayallerimi, umutlarımı geçmişimi.

Geleceğimi dahi doldurdum bavuluma

Gidiyorum uzun ince bir yola...

BARINAKLARI ZİYARET EDİN.

ÖYLE İÇTEN ÖYLE KALPDENDİRLER Kİ ONLAR.

YÜREK YANAR, DİL SUSAR, GÖZLERİNİZ DOLAR.