Neyi özlüyoruz, artık bir daha gelmeyeceğini bildiğimiz gençliğimizin bayramlarını mı yoksa o bayramları unutulmaz kılan eski adap ve edebi mi o imbikten süzülen zarafeti mi? Galiba ikincisini, gelmeyecek gençliğin yanında gelmesi mümkün olan o eski kültürü.

Geçenlerde Zeki Samangül anlatı; Samsunlular Zeki'yi tanımasalar da büyük kısmı Samangülleri tanır; eski ve köklü bir ailedir. Anlattığı çocukluk yıllarının bayram anısı, daha doğrusu geçmiş kültürün, zarafetin bir örneği; beni alıp bir başka yerlere taşıyan bir anı.

Bir komşuları varmış, tütün tüccarı, hem maddeten hem manen zengin birisi. 'Çocuktuk' diyordu Zeki, toplanır birlikte giderlermiş mahallenin tüm çocuklar, ev sahibi onları ceketinin önünü ilikleyerek karşılar, elini ayakta öptürür ve oturmadan ev işlerine bakan yardımcı elemanı beklermiş. Hizmetçinin elinde bir tepsi ve içi dolu zarflar, her bir zarfı kendisi alır çocuklara kendisi verirmiş. Bayram harçlığını kapalı zarfta veren adap ve edep bana hacet taşlarını hatırlattı. Hemen her semtte varmış bir zamanlar o hacet taşları. İmkanı olan akşamın karanlığında kormuş parayı, ihtiyacı olan da yine gecenin karanlığında alırmış ihtiyacı kadarını. Veren elin alan eli görmemesi dedikleri bu değil midir zaten. Bir de kimsenin ihtiyacından fazlasını almamasındaki asalet.

Sevgili Zeki Samangül'ün anlatımında bir başka incelik var örneğini hemen hiç görmediğimiz, para zarfını kendisinin alıp vermesi mahallenin çocuğuna verdiği değerin ifadesidir aynı zamanda. Bu beni otuz yıl geriye götürdü. Bir hanımefendi tanımıştık İstanbul'da ailece. Cumhuriyetin yurt dışına gönderdiği ilk öğrencilerden bir emekli öğretmendi. Varlıklı bir ailenin kızıymış, Rumeli Hisarı'nda boğaza nazır bir evde yardımcısı bir bayanla otururdu. Çayı ya da kahveyi o yardımcı bayan getirir ama tepsiden o yaşına rağmen kendisi alır tek tek servis ederdi. Misafire saygının bu muhteşem örneğini yıllar önce İstanbul'da bir hanımefendide görmüş yıllar sonra da bir benzerini Samsun'da bizim Sevgili Zeki'den dinlemiştim.

Yarım asrı geride bırakan ve üççeyreğe adım adım yaklaşan bizlerin galiba hasretle aradığı şey nasıl ve niye kaybettiğimizi bir türlü anlayamadığım ve her geçen gün kaybına biraz daha yandığım bu zarafettir.

Nedim asırlar önce 'haddeden geçmiş nezaket yal ü bal olmuş sana' diyerek başlar sevgilisini övmeye. Çok da zor değil aslında o adap ve edebe geri dönmek, o kaybedilen zarafeti ve nezaketi bulmak. İstemek yeter. Ama bireysel bir istem değil kast ettiğim, topyekûn bir istemdir. Önce rol modellerimiz, hocalarımız, liderlerimiz ya da başkanlarımız, temsilcilerimiz ve evet özellikle de o kutsal çatı altında görev yapmak üzere seçtiğimi vekillerimiz örnek olacaklar.

Nedim o ünlü gazelinin sonunda ' Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim/Bir perî-sûret görünmüş bir hayal olmuş sana' der. Olsun, ben hayaline de razıyım o eski zarafetlerin, eski nezaketlerin, hayali bile güzel…