Bu ülkede yabancı olan her şeye itibarın çok olduğunu yaşayarak gördük. Özal'lı yıllardan beri haşır neşir olduğumuz yabancı sermayeden hep biz bizi kalkındırmasını, bize fabrikalar kurmasını, bizim adımıza hep elini taşın altına koymasını bekledik.

Oysa yabancı sermayenin yatırım olarak icraatları çok sınırlı olmakla birlikte esas faaliyet alanı olarak borsa ve hisse senedi, tahvil gibi zararına da olsa anında paraya dönecek alanları tercih ettiğini bunca yılda yaşayarak gördük. Bize dayatılan özelleştirmelerde de gördük ki mevcut tüm işletmeleri ağırlıklı olarak yerli sermaye talip olup aldı. Yabancıların aldıkları ise sadece stratejik önemi olan kurum ve kuruluşlardı. Bunun da sebepleri zaten çok belliydi.

Türkiye dış borçlanma yaparken özellikle Avrupa'da başta İspanyollar ve İtalyanlar olmak üzere birçok ülke bankasından kredi kullandı. Türkiye'nin ekonomik olarak aldığı borcu ödeyememesi demek, bu bankaların hayli zarar görmesi demektir. Türkiye – ABD ilişkilerinde yıllardır yaşanmayanlar yaşanmaya başlayınca ve ekonomik olarak saldırıya uğrayınca ilk tepkileri de Avrupalılar vermeye başladı. Çünkü bizim ekonomik manada sallanmamız demek onlara büyük zarar verir demektir. En büyük borçları veren İspanya bankaları bu durumdan en fazla endişe duyanlardır. Türkiye'nin ödemeler dengesinin bozulması riski onları çok endişelendiriyor. Çok iyi biliyorlar ki burada kabaran suların dalgası İspanya'dan başlayarak tüm Avrupa için endişe verici bir durum yaratabilir. Bu gelişmeyi Hürriyet'te T. Akyol şöyle yazıyor:

'Başta Avrupa ekonomisinin en güçlü iki lideri Merkel ve Macron olmak üzere Avrupa ve AB liderleri tabii bu konuya ekonomi gözüyle bakıyorlar, 'Türkiye'nin krizi kimsenin yararına değil' diyorlar.

Gerçekten bizim ithalatımız azalırsa onların da ihracatı azalır…

Biz de bu soruna ekonomi gözüyle bakmalıyız. 'Türkiye'nin güçlenmesini istemiyorlar, bunlar Haçlı…' falan gibi eski klişelerden zihnimizi kurtararak düşünmeliyiz.

Bakın, daha iki yıl önce seçim meydanlarında Avrupa Birliği'ne 'Haçlı ittifakı' diyorduk; bugün en önemli destek açıklamaları oradan geliyor.

Trump'ın kabadayılığına karşı Türkiye'ye destek açıklaması yapan ilk Avrupalı lider Merkel olmuş ve hemen şunu eklemişti:

'Merkez Bankası'nın bağımsız olmasını sağlamak için her şey yapılmalı'

AB Komisyonu'nun bütçe görevlisi, yani bir bakıma AB'nin maliye bakanı Günther Oettinger Ankara'nın 'Merkez Bankası'nın bağımsızlığı, faiz politikalarında değişiklik ve ekonomik sübvansiyonlar konusunda yeniden güven yaratacak önlemler alması gerektiğini' söyledi. (21 Ağustos)

AB bütçesinde bir mali destek ödeneği yoktu ama Merkez Bankası'nın bağımsızlığı ve serbest faiz politikası gibi önlemler güvenirliği arttırır, dış kaynak bulmayı kolaylaştırırdı.

Dış kaynak ahbaplık, dostluk meselesi değil rasyonel ve kurumsal bir işlem olduğu için dış kaynak yaratmada Merkez Bankası'nın bağımsızlığı gibi faktörler çok önemli.

Bizde faizi indirmiyor diye Merkez Bankası'nın ağır hücumlara maruz kaldığı bir sırada onun bağımsızlığını savunarak şöyle yazmıştım:

'Merkez Bankası'nın bağımsızlığı milyarlarca dolardan daha önemli bir iktisadi değerdir' (27 Şubat 2015)

Benim kitaplardan öğrendiğim bu gerçeği, üç yıl sonra ekonomi somut gerçek olarak karşımıza koymuş bulunuyor.

Krizden çıkış sadece bir para sorunu değildir; kurumlar ve kurallarla, hukuk devleti ilkesiyle bir güven inşası sorunudur.

2001 yılı krizinden de yeni kurumlar ve kurallar inşasıyla çıkmıştık; üstelik güçlenerek.'

Görüldüğü gibi, Hayatta her şey ekonomidir.