İki kapı, birisi Şark'ta, bir Garp'da. Birisi kapalıydı açtık ve bu toprakları ebedi yurt yaptık. Diğeri açıktı girmeye kalkışanları denize dökerek ebediyen kapattık şüheda yurdu bu mukaddes vatanı kirli ve kanlı emellere. İlkini Oğuz atlılarının kılıcıyla açmıştık, ikincisini de Mehmetçiğin süngüsüyle kilitledik. Ve bu topraklara iki zaferle vurduk mührümüzü 'Türk Vatanı' diyerek.

İki zafer, iki muhteşem zafer ve iki muhteşem destan: Birisi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun 'Malazgirt Destanı' öbürü de Nazım Hikmet Ran'ın 'Kuva-yı Milliye Destanı.' İkisi de bizim ve ikisi de bizim olan iki muhteşem zaferin iki muhteşem şiiri.

Bir zamanlar Malazgirt Destanı'nı sadece Ülkücüler okurdu, Kuva-yı Miliye Destanı'nı da sadece Devrimciler. Şimdilerde ne Ülkücülerde ne de Devrimcilerde ne şair kaldı ne de şiir yazılıyor. Nasıl yazılsın ki; marifete iltifatın olmadığı yerde marifet ehli nasıl barınsın ki! Bu kutlu günde 'yaraya tuz basmak' pek de şık olmasa gerek. Bir başka zamana bırakıp sanattan, edebiyattan ve tefekkürden kopuşun hicranını iki destana dönelim biz yine. Önce Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun Malazgirt Destanı:

'Aylardan Ağustos, günlerden Cuma/Gün doğmadan evvel iklîm-i Rum'a/Bozkurtlar ordusu geçti hücuma/Yeni bir şevk ile gürledi gökler/Ya Allah...Bismillah... Allahuekber/Önde yalın kılıç Türkmen Başbuğu/Ardında Oğuz'un ellibin tuğu/ Andırır Altay'dan kopan bir çığı/Budur, Peygamberin övdüğü Türkler... /Ya Allah...Bismillah... Allahuekber/Türk, Ulu Tanrı'nın soylu gözdesi/Malazgirt Bizans'ın Türk'e secdesi/ Bu ses insanlığa Hakk'ın müjdesi/Bu seste birleşir bütün yürekler.../Ya Allah...Bismillah... Allahuekber!.. /Nağramızdır bu gün gök gürültüsü,/Kanımızdır bugün yerin örtüsü/ Gazi atlarımın nal parıltısı/Kılıçlarımızdır çakan şimşekler... /Ya Allah...Bismillah... Allahuekber!../ Yiğitler kan döker, bayrak solmaya, /Anadolu başlar, vatan olmaya... /Kızılelma'ya hey... Kızılelma'ya!!! / En güzel marşını vurmadan mehter/Ya Allah...Bismillah... Allahuekber/

Şimdi de Nazım Hikmet Ran'ın 'Kuva-yı Milliye Destanı'ndan bir alıntı yapalım:

'Kan içindeydi yüzü gözü./Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala./Kaçanı kovalamıyordu yalnız/ulaşmak da istiyordu bir yerlere/ve sadece kahretmiyor/yaratıyordu da./Ve kılıçların,/nalların,/ellerin/ve gözlerin pırıltısı/ardarda çakan aydınlık bir bütündü./Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü/ve şu türküyü duydu :/«Dörtnala gelip Uzak Asya'dan/Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan/bu memleket bizim./Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak/ve ipek bir halıya benzeyen toprak,/bu cehennem, bu cennet bizim./ Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,/yok edin insanın insana kulluğunu,/bu davet bizim... /Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ve bir orman gibi kardeşçesine,/bu hasret bizim...»/Sonra. /Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik.'

Malazgirt'le bir daha çıkmamak üzere Anadolu'ya geri dönmüş ve ebedi Türk vatanı yapmıştık. Büyük Zaferle de düşmanı bir daha gelmemek üzere denize dökmüştük. İki zafer de bizim ve bu iki zafer de bu büyük millete kutlu olsun…