1700'lerin sonunda İskoçyalı bir mucit ve mühendis olan James Watt'ın buhar makinesini dokuma tezgahına uygulamasıyla Sanayi İnkılabı başlamış ve Manchester tarihe ilk sanayi şehri olarak kazınmıştı. Ancak sanayi inkılabını başlatarak dünya tarihini değiştiren, köyleri boşaltıp insanları çılgınca şehirlere yönelten bir değişimi başlatan İngiltere, daha doğrusu Büyük Britanya, nasıl oldu da sanayileşmenin omurgalarından biri sayılan otomotivde bu denli çabuk siliniverdi. Özetleyecek olursak 'Jaguar E Type gibi Dünya otomobil tarihinde derin iz bırakmış kült bir modeli insanlığa kazandıran, Rolls Royce gibi bir lüks ve prestij deryasını gezegenimize hediye eden İngilizlerin esamesi bu sektörde neden artık okunmaz oldu?'

Bunun için 19.yy'ın sonlarına doğru bir uzanmamız gerek sanırım. Hani şu 63 yıl iktidarda kalarak Birleşik Krallık tarihinde en uzun süre tahtta kalan hükümdarlarından biri olan Kraliçe Victoria dönemine. Victoria iktidarının son dönemine tekabül eden yıllarda ancak İngiltere'de otomobil sanayisi filizlenmeye başlıyordu. Oysa aynı dönemde dünyanın kısa sürede pek sevdiği bu sanayi kolunda Amerikalılar ve Fransızlar önemli üretici ülkeler arasında görülüyordu. 1920'lerin sonunda iki İngiliz üretici, Morris Motor Company ve Austin Motor Company %60 payla pazara egemen oluyordu. İkinci Dünya Savaşının öğütücülüğünden sonraysa dünyada ihraç edilen otomobillerin %52'sini İngiltere karşılıyor ve otomotiv sanayisinin ağa babaları arasında yerini alıyordu. 1953 yılı Morris'in Austin'le birleşerek küçük sedan ve spor otomobiller üretmeye odaklanan BMC'yi (British Motor Corporation) kurduğu ve Birleşik Krallık'ın en büyük otomobil üreticisi olduğu yıldı. Kekemeliği filmlere konu olan Kral VI. George'un ölümü II.Elizabeth'i bugüne değin sürecek bir iktidara taşıyordu. Ancak bu dönemde Kraliçe için özellikle otomotiv sanayisinde işlerin hiç de iyi gitmediğini görüyoruz. Oyuna hızlı giren Batı Almanlardan sonra İtalyan ve Fransız üreticiler hızla pazar paylarını artırıyorlardı. Ki bu durum ileride daha büyük sıkıntılara gebe İngilizlerdeki yanlış yönetim yüzünden daha da dramatik bir hal alıyordu.

1966'da BMC iki şirketi daha, Jaguar ve Pressed Steel'i de bünyesine alıyor ve sahneye British Motor Holdings çıkıyordu . İki yıl sonraysa,1968'de, hükümetin zorlamasıyla bu dev şirket Leyland Motor Corporation'la da birleşiyor böylece Rover Company ve Triumph Motor Company'yi de bünyesine katarak British Leyland Motor Corporation'ı (BLMC) oluşturuyordu. BLMC böylece, Avrupa'nın en büyük dördüncü otomobil üreticisi oldu. Bu birleşme Austin, Morris, Rover, Jaguar, Triumph, MG, Austin-Healey gibi markaları tek çatı altında birleştiriyor, 48 fabrika ve 200 bin çalışanı ile BLMC'yi İngiliz pazarının %40 sahibi yapıyordu.

Ortaya çıkan bu görüntü şüphesiz ki burnu havada, egosu tavan yapmış pek çok İngiliz beyefendisine gurur veriyor olsa da esasında aşırı sayıdaki fabrika, model, çalışan ve bayiden oluşan koordinasyonu zor ve hantal bir organizasyon ortaya çıkıyordu. Sendikal faaliyetler, hatta sendikaların kendileri otomotiv sanayisini içten içe tüketen habis bir ur gibi yanlış şekilde gelişiyordu. Örneğin Triumph'ta sendika temsilcisi fabrikanın II.Elizabeth'i gibi davranıyor işçileri işe alıyor, işten çıkartıyor ve üretim düzeylerini belirliyordu. Sendikal hakların gölgesinde serinleyen işçiler parça başına çalışmakta ve kotalarını doldurdukları zaman işi bırakıp evlerine veya publarına gitmekteydiler. Ortaya çıkan durum haliyle yapılan işin kalitesini hızla yozlaştırıyor ve birçok fabrika öğleden sonra 2:00 civarlarında yarı terkedilmiş bir görünüm kazanıyordu. Hatta araba motorlarının fabrika kapısından araba bagajlarına konarak kaçırıldığı bile oluyordu ki bu, sendikanın kabul ettirdiği şartlardan biri olan "arama yasağı" bu süreci kolaylaştıran en büyük faktördü. Sigara yakacağının soldan sağa geçirilmesi bile, sendikaların bütün arabanın montaj hadlerini yeniden pazarlığa sürmesine neden olmaktaydı. Japon rakiplerinin "Yalın Üretim" ve "Tam zamanında Tedarik" tekniklerine geçmelerinden yirmi yıl sonra bile, BLMC yönetimi sürekli grev tehdidi altında yaşamak ve radyatör, egzoz gibi parçalarda bile en az iki tedarikçiden sağlanan stoklarla çalışmak durumunda kalıyorlardı.

Belki sektörün sorunları kolaylıkla çözülebilir ve nihai sonuç bu denli olumsuz olmayabilirdi ancak sorunlara objektif ve rasyonel yaklaşmak yerine politik önceliklere göre davranmanın kendi içine yönelik çabaları, sektörde sorunların derinleşerek felakete dönüşmesine yol açtı. İngiliz hükümeti BLMC'yi ayakta tutmak için büyük çabalar harcasa da şirket her geçen gün Ada Halkının sırtında gittikçe artan bir büyük oluşturuyordu. 1979'da iktidara gelen özelleştirme taraftarı Margaret Thatcher'la birlikte BLMC zaman içerisinde parçalanarak özelleştirildi. Bu sürecin sonunda İngiliz değerlerini yansıttığına inanılan otomobil firmalarının kimi farklı ülkelerin eline geçerken kimi de tarihin tozlu sayfalarına gömüldü. Lüksün ve asaletin simgesi sayılan iki İngiliz otomobil firması bile bildiğiniz üzere Volkswagen'in (Bentley) ve BMW'nin (Rolls Royce) çatısı altında yaşıyor.

(Yazının hazırlanması esnasında Wikipedia'dan faydalanılmıştır.)