İnsanoğlu, yaratılışı itibariyle düşünen bir varlıktır. Bu özelliği onu bulduğuyla yetinmeyen, daha çok başarılara imza atmaya zorlayan; tinsel gücü sayesinde uygarlık yarışında hep mükemmeli aramaya itmiştir. Bu sebepten sanatta, edebiyatta, her alanda estetik duygu ön plana çıkmıştır.

Güzel bir eser karşısında hepimiz hayranlık duyarız. Bir şeyin kullanılması, işe yaraması yetmiyor; her şeyde estetik duygu öne çıkıyor. Bir heykeltıraşın önüne konan taş kütlesi binbir uğraştan sonra fazlalıklarını atıyor. Sonra da bir sanat esri meydana çıkıyor. Bir bakırcı ustası çekiciyle bakırı döverken çıkan ses melodik bir hal almış olarak kulağımıza geliyor. Çünkü çekici bakıra vuran el, maharetiyle, bir esere imzasını atmış oluyor.

Bir şeyin üzerinde durmak, bir şeyde derinleşmek sabır, irade ve azim ister. Günümüzde birçok şair, yazar, edebiyatçı, bilim insanı, sabrın sınırlarını zorlayarak büyük bir azimle çağa ve zamana damgasını vuran eserler vücuda getirmişlerdir. Mesleğinde ilerleme kaydetmiş insanlara baktığımızda en önemli özelliği, zaman mevhumuna bağlı kalmaksızın çalıştıklarını görürsünüz. İnsan ne iş yaparsa yapsın yaptığı işi severek yapmalıdır. Hayatın bir anını fotoğraf karesine yerleştirsek; fotoğrafa her bakan, görsel dünyasının aynasında kendini görecektir. Herkes fotoğraf karşısında kendi okumasını yapacak, farklı bir şey görecektir. Hele de sanatla uğraşan bir insanın söyleyeceği söz daha bir başka olur. Kısacası herkesin insana, hayata, sanata dair söyleyeceği bir sözü vardır.

Yaşarken, farkına varıp, yaratılan eserleri ve güzellikleri bir fotoğraf karesi içinde kaçımız görebiliyoruz? Görebilseydik, söyleyecek daha çok sözümüz olmaz mıydı? Zaten hayat, akan zamana karşı kendini fotoğraf karelerine sığdırmaya çalıştığımız yaşanmışlıklarımızın bütünü değil mi? Sözün kısası, penceremiz ne kadar büyük olursa olsun, bütünü göremeyeceğimiz bir dünyada yaşıyoruz.