Değerli Haber okuyucuları;

Bu köşede iki aydır devam ettirdiğim yazı dizimde geleceğimizi tehdit eden en önemli sorunlardan biri olan küresel ısınma sorununu çeşitli boyutlarıyla ortaya koymaya; dünyanın karbon bazlı enerji rejimini değiştirmek adına atılan ve bundan sonra atılması beklenen adımlara değinmeye çalıştım. Artık geleceği şekillendirecek başat enerji kaynaklarından bahsetmenin ve karbon sonrası çağı betimlemenin zamanı geldi.

Fosil yakıtlar bir taraftan hızla tükenir ve diğer taraftan hızla gezegenimizi ısıtırken, hem tükenmeyen ve hem de sera gazı emisyonuna yol açmayan yenilenebilir enerjiler popülerleşmektedir. Yenilenebilir enerji kavramı su enerjisi, biyokütle enerjisi, deniz dalgalarının enerjisi, jeotermal enerji ve benzeri enerji türlerinin hepsini kapsasa da, özellikle güneş ve rüzgar enerjileri öne çıkıyor. Güneş ve rüzgar enerjilerini öne çıkaran sebep, her zaman her yerde olmaları ile birlikte taşıdıkları muazzam potansiyeldir. Bunların potansiyelini anlamak için bazı rakamlara bakmak yeterli olacaktır.

Güneş her 88 dakikada bir gezegenimize 470 eksajul enerji gönderir ki, bu miktar bütün dünyanın bir yılda kullandığı toplam enerjiye denktir. Güneş ışınları gibi rüzgar da her yerdedir, sadece gücü ve esme sıklığında farklar görülür. Stanford Üniversitesi tarafından küresel rüzgar kapasitesi ile ilgili olarak yapılan bir araştırmaya göre dünyadaki rüzgarların sadece yüzde üçünden elektrik üretilebilirse tüm küresel ekonomiyi yürütmek için kullandığımız enerji toplamı kadar elektrik üretilmiş olmaktadır. Ne yazık ki şu anda dünya, bu iki enerji kaynağının potansiyelinin çok az bir kısmını değerlendirmekte, güneş ve rüzgar enerjileri yıllık toplam enerji harcamalarının ancak yüzde 5-7 kadarını karşılamaktadır. Fakat bu enerji kaynaklarının lehine bir dönüşüm çoktandır başlamış ve hızlı gelişimleri dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır.

İlk defa 2017 yılında, küresel güneş enerjisi yatırımları petrol, doğal gaz ve kömür yakıtlarına yapılan yatırımların üzerine çıktı. Rüzgar ve güneş enerjisi teknolojilerine yapılan yatırımların sağladığı ilerlemeye bağlı olarak, bir türbin veya fotovoltaik hücre başına düşen performans ve üretkenlik artıp kurulum ve bakım masrafları azaldıkça, toplam maliyetler sert bir düşüş göstermektedir. Bu maliyetler aşağı yukarı her iki yılda bir yarıya düşmekte ve söz konusu durum bilgisayar çipleriyle ilgili Moore yasasını hatırlatan bir üstel ilerlemeye işaret etmektedir. Mevcut eğilim bu ivmeyle sürerse güneş enerjisi 2020'ye geldiğimizde bugünkü perakende elektrik fiyatı kadar ucuz ve 2030'da da kömür fiyatının yarısı kadar olacaktır. Yatırımlar, ar-ge çalışmaları ve yaratıcı inovasyonların muazzam boyutlara vardığı güneş ve rüzgar enerjilerinin verimlilik kapasitesi de son yirmi yıl süresince her iki yılda bir iki katına yükselebilmiştir. Öngörülere göre 2030 yılına kadar dünya elektrik üretiminin yüzde 15-20'lik bölümü bu yenilenebilir kaynaklardan sağlanır hale gelecek, çok geçmeden de kullanılan elektriğin tamamını yenilenebilir kaynaklardan elde edilen 'yeşil elektrik' oluşturacaktır.

Enerji teknolojisi kendi üstel büyümesini güneş ve rüzgar enerjilerinde gerçekleştiriyor, ama bu enerji türlerini daha sonra jeotermal, biyokütle ve su enerjisinin izleyeceği öngörülüyor. Küresel olarak geçerli kanun, yumurtaları aynı sepete koymamak adına mümkün olan her enerji türünü kullanmak olduğundan, yenilenebilir enerjilerin hepsinin gelecekte belli bir kullanım alanını dolduracağı tahmin ediliyor. Nitekim dünya çapında yayımlanan ekonomik raporlar, güneş ve rüzgar dışındaki yenilenebilir kaynakların istisnasız her birinin de aynı gelişim süreci içerisinde bulunduğunu, yıldan yıla artan üretkenlik ve düşen maliyet grafiğinin onlar için de geçerli olduğunu gösteriyor. Haftaya kaldığımız yerden devam edeceğiz…