XIX. Yüzyıl milliyetçilik yüzyılı olarak tarif edilir; Çok-milletli imparatorlukların dağılmasına tanıklık eden XX. asrın ilk yarısı da millî bağımsızlık hareketlerine sahne olur ama aynı zamanda sosyalist devrimlere de… Farklı coğrafyalarda millî devletlerin ve ulus inşa süreçlerinin farklı şekilleriyle karşılaşırız.

Dağılan cihan devletimizin devamı olarak kurduğumuz Cumhuriyetimizin kurucu fikri milliyetçiliktir. Bu milliyetçiliğin muhtevası, zaman içerisinde inkılapçı, batıcı ve seküler bir hal alacaktı. Çok partili demokratik hayata geçişle birlikte 'millî ve manevî değerler' vurgusu öne çıkacak, laikliğin laikçilik uygulamasının yerini dinî inanç ve pratiklere karşı giderek artan bir müsamaha ortamı alacaktı.

Zaman içerisinde Türk milliyetçiliği, muhafazakar rengi daha ağır basan bir uçtan Osmanlı geçmişini büyük ölçüde olumsuz gören ve İslam-öncesi Türk tarihini idealize eden bir başka uca kadar renkli bir yelpazeye sahip olmuştur. Mesela, 'İslamcılık Türklüğün ümmet mefkûresidir' diyen Ziya Gökalp Osmanlı dönemine olumsuz bakarken Nihal Atsız Osmanlı dönemini Türk tarihinin bütünlüğü içinde yerli yerine koyuyor, bugün bile bazı milliyetçilerin değişik saiklerle soğuk baktığı II. Abdülhamid'i Gök Sultan olarak yüceltiyor, Mehmet Âkif'in yaşadığı dönem itibariyle savunduğu İslamcılığın o dönem açısından Türklüğün mefkûresi olduğunu dahi ileri sürüyordu.

Günümüzde de Türk milliyetçilerinin tarihimiz, dinimiz, İslam dünyası ile ilişkilerimiz konularında derece farklarını aşan birtakım derin fikir ayrılıkları var. Hatta marjinal bazı çevrelerde adeta İslam'sız bir Türklük tasavvuruna kadar varan aşırılıkların dahi tezahür ettiği görülmektedir. Tabiatıyla bunun siyasî ve kültürel çeşitli sebepleri var. Türk milliyetçileri içinde yaşadığımız dünyadan ve toplumdan yalıtılmış değiller.

İnsanlığın yaşadığı manevî bunalımlar, arayışlar, savrulmalar, yönelimler bize de bir şekilde yansımaktadır. İslam dünyasının 'hal-i pür-melal'i, bunun sebepleri üzerinde düşünenleri farklı arayışlara sevk edebilmektedir. Yine bazı cemaat ve tarikatların yapıp ettiklerinden hareketle bir takım çevreler, Türkiye'de hakim İslam anlayışını Araplık/Arapçılık gibi yaftalamalarla itibardan düşürmeye teşne görünüyor.

Soğuk Savaşın bitmesiyle, küreselleşme ve liberalizmin 'tarihin sonu'nu getirdiği gibi fazlasıyla uçuk görüşlerin tersine milliyetçilik 21. Yüzyılda da dünyada çok önemli bir fikir olarak etkili. Tabii millî devlet yapıları da hala geçerliliğini koruyor.

Dünyamız devasa problemlerle karşı karşıya: Çevre sorunları, alternatif enerji arayışları, küresel ısınma, 'gelişmiş' ülkelerde yaşlanan nüfus, 'gelişmekte olan' ülkelerden buralara yönelen göçlere karşı yükselen yabancı düşmanlığı ve ırkçılık, özellikle 11 Eylül'den sonra yaygınlaşan İslam düşmanlığı, dünya nimetlerinin paylaşımındaki derin adaletsizlik vs.

Buna mukabil dijital devrimin hızla hayatımızı değiştirmesi ve bu bağlamda robotların, çiplerin, sosyal medyanın siyasetten ekonomiye bütün alanları kuşatması gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu baş döndürücü gelişmeler modern dönemin eğitimden orduya kadar bütün sistemlerinde köklü değişiklikleri beraberinde getiriyor.

Peki, böyle bir dünyada milliyetçilik bizim için ne ifade ediyor? Milliyetçilik hala güçlüyse muhtevası nasıl olmalıdır? Türk milletinin tarihî macerasında, bugününde ve geleceğinde dinin yeri ve anlamı nedir?

Özellikle iletişim teknolojilerinin ve sosyal medyanın baş döndürücü bir hızla geliştiği bir dönemde bir yandan bilgiye erişim açısından muazzam imkanlar önümüze serilirken öte yandan da akıl almaz bilgi kirlenmesi ve dezenformasyon gerçeğiyle de yüz yüzeyiz. Bu bağlamda, İslam adına yapıldığı ileri sürülen vahşet ve terör eylemlerinden, bir takım çevrelerin dinî değerleri kendi çıkarları için paravan olarak kullanmalarına varıncaya kadar dünyada ve ülkemizde yaşanan gelişmelerin manevî dünyamızda yol açtığı tahribat gelecek açısından kaygılanmamıza sebebiyet vermektedir. Bunun yanında, bazı çevrelerin din adına Türklük kavramına ve kimliğine yönelik alerjileri de kullanılarak adeta İslam'sız bir milliyetçilik/Türkçülük fikriyatının yeşermesine ortam hazırlanmaktadır.

Milliyetçilik sadece bizde değil dünyanın pek çok yerinde dinle sıkı sıkıya ilişkili ve dinden güç alan bir akım olagelmiştir. Din karşıtı, laikçi ulusalcılık anlayışları marjinal kalmıştır. Samimi Türk milliyetçileri, Türk milletinin tarihî yürüyüşünde en az bin-bin iki yüz yıldır Müslümanlığın taşıdığı anlamın çok iyi farkındadır. Bu süreçte Türklük ve İslam adeta iç içe geçmiş, eşanlamlı hale gelmiştir. Türk milleti, mezhep ve meşrep farkları da dahil, bin yılı aşkın bir süredir İslam'la yoğrulmuştur.

Hemen belirtelim ki Türkiye'de din ve inanç konusunda yaşanan bunalım, dindar olduğu ileri sürülen çevreler de dahil pek çok kesimde ateizm ve deizm tartışmalarıyla gündemdedir. Hatta muhafazakar kesimden gelen insanlarda bile siyasî kutuplaşma ve sair sebeplerden ötürü din konusunda ikircikli yaklaşım ve söylemler giderek yaygınlaşmaktadır. Bu konunun üzerinde en önce durması gerekenler, Türk milliyetçileridir. Çünkü mesele, bugün siyasî sebeplerle, etnik bölücülük ve küresel egemenlik mücadelesi vb. faktörlerin etkisiyle karşı karşıya kaldığımız beka tehdidinden daha ağır ve kaygılandırıcı bir niteliktedir.

Kimliği parçalanan bir toplumun millet olma iddiası zaaflarla maluldür. Türk milleti olarak ihtiyacımız; tahkiki yani sorgulayıcı bir yöntemle sağlam bir inanç yapısına, vatan ve millet sevgisine, bilim zihniyetine sahip bir gençliktir. Bunun için de eğitim sistemimizi; millî-manevî değerlerimizi asrın idrakine söyletecek, çağdaş bilim ve teknolojinin gerektirdiği vasıflara sahip gençler yetiştirecek istikamette geliştirmemiz elzemdir.