Gezegenimizin ortalama sıcaklığını düşürme meselesinde, üzerinde en çok konuşulan jeomühendislik yöntemlerin bazıları hemen bugünden uygulanmaya başlaması mümkün yöntemlerken, bazıları da ancak geleceğin teknolojik imkanları ile uygulanabilecek yöntemlerdir. Dünya yüzeyine düşen güneş ışınlarını azaltmaya odaklanan mühendislik yöntemleri, kısa zaman içinde hayata geçirilebilecek olanlardır. Dünya yüzeyine düşen güneş ışınlarını azaltmak, diğer deyişle düşen ışınların bir kısmını uzaya geri yansıtmak, sera gazı salınımlarının neden olduğu sıcaklık artışlarını baltalamak üzere kullanılabilecek gayet akla yatkın bir yoldur. Bu tarz iklim olaylarının volkan patlamalarında zaten doğal yollarla da gerçekleştiği bilinmektedir. Örneğin 1991'de Filipinler'deki Pinatubo Yanardağı püskürdüğünde havaya saçılan ve dünyanın çevresini dolaşıp güneş ışığının bir kısmını engelleyen toz yüzünden ertesi yıl küresel sıcaklıklar 0.5°C düşmüştür. Günümüzde iklim mühendisleri, benzer bir etkiye kasıtlı olarak yol açmak ve böylece dünyayı serinletmek için çeşitli düşünceler üzerinde kafa yormaktadırlar.

Stanford-Kaliforniya'da bulunan Carnegie Enstitüsü'nden önde gelen iklimbilimci Ken Caldeira, dünyadaki uygun yerlerden ve çoğunlukla da kuzey kutbundan güneş ışığının yalnızca %2'sini geri yansıtmanın, atmosferdeki karbondioksitin iki katına çıkması ile yaşanacak etkiyi dengeleyebileceğini hesaplamıştır. Bunun için bir yöntem, güneş ışığının yansıtılabileceği üst atmosferde sülfürdioksit gibi ufak parçacıklardan meydana gelen bulutlar oluşturmaktır. Hesaplamalara göre, yılda 10 milyon kilometrekarelik bir alana 1 milyon tonluk sülfürdioksit yaymak, yeteri kadar güneş ışığını yansıtacaktır. Başka bir fikir de, güneş ışınlarını yansıtmak amacıyla bulut tohumlayıcı bir filo yaratmak ve tuzlu deniz suyundan yararlanmaktır. Mesela Edinburgh Üniversitesi'nden Stephen Salter'ın önerisine göre, devasa gemiler inşa edip onlarla belli periyotlarda stratokümülüs bulutlarının altına mikrometre boyutlarında deniz suyu damlacıkları püskürtürsek, yeni bulutlar oluşmasını sağlamak mümkündür. Bu teknoloji uygulanırsa bulutlar daha çok sayıda olacak, daha beyaz hale gelecek ve dolayısıyla daha fazla güneş ışığını yansıtabileceklerdir.

Elbette güneş ışığının dünyayı ısıtmasını bir miktar önlemek, ortalama sıcaklıkları düşürecektir, ama buna rağmen iklim değişiminin altında yatan asıl soruna dokunmayacaktır. Bu tip yöntemler, uygulanmaya devam ettikleri müddetçe sıcaklıkları düşürse de, atmosferdeki fazlalık karbondioksit birikimini azaltmaya yönelik herhangi bir işlevleri olmadığından kalıcı çözüm teşkil edemezler ve uygulamadan kaldırıldıkları anda dünya tekrar istenmeyen sıcaklıklara doğru ısınmasına devam eder. Kalıcı çözüm için daha radikal mühendislik müdahaleleri düşünmek zorunludur. Bir örnek olarak, deniz alglerinin ve diğer bitkisel planktonların insan müdahaleleri ile kasıtlı olarak çoğaltılması düşüncesine değinilebilir. Bu organizmaların sayıları genelde etraflarındaki deniz suyunda bulunan besin miktarı ile sınırlıdır. Besin olarak kullandıkları gerekli maddelerin deniz suyuna aktarılmasıyla söz konusu organizmalar sayıca patlama yaşayacak ve öldükleri zaman okyanus tabanına çökerek beraberlerinde engin miktarda karbonu da batırmış olacaklardır.

Ayrıca, havadan karbondioksit çekmek, mekanik yoldan da yapılabilir. Columbia Üniversitesi'nden Klaus Lackner, tam ölçekli imal edilirse her yıl 15 bin ağacın topladığı miktarda karbondioksiti atmosferden ayıklayabilecek bir tür yapay ağaç işlevi gören bir cihaz tasarlamıştır. Lackner'ın sentetik ağaçları, gerçek ağaçların fotosentez sırasında yaptığı gibi havadaki karbondioksiti emip bünyesinde depolamakta ve gerçek ağaçlardan farklı olarak oksijen üretmemektedir. Dünyanın şu anda atmosfere pompaladığı miktarda karbondioksiti ayıklamak için bu makinelerden sadece 250 bin adet üretip faaliyete sokmanın yeterli olacağı hesaplanmaktadır. Yenilenebilir enerji ile çalışan ve atık karbondioksitin gömülebileceği tükenmiş petrol ve doğalgaz yataklarının yakınına yerleştirilen yapay ağaç ormanlarının aynı bölgeye ağaç dikmekten binlerce kat daha verimli olacağı kesindir. Böyle bir projenin hayata geçirildiği bir geleceği hayal etmek hiç de zor değildir.

Karbondioksiti atmosferden mekanik yöntemlerle ayıklamanın en uç yöntemlerinden biri de yakın bir gelecekte hayatlarımızı değiştirmeye başlayacağı beklenen nanoteknolojilerle irtibatlıdır. Yeterince ilerlemiş bir nanoteknoloji, sera etkisini ortadan kaldırarak küresel ısınmayı durdurmak ve karbonu atmosferden hasat etmek gibi amaçlarla, 'havacıl' adlı kendini kopyalayabilen nano-robotlar yapabilecektir. Bunlar kendilerini kopyalamak için gerek duydukları enerjiyi küçük güneş enerjisi antenleri ile sağlayacak ve hızla atmosferdeki karbondioksidi ayrıştırma görevlerini yerine getirebileceklerdir. Aynı amaçlara hizmet edecek 'göksüpürgesi' gibi başka birtakım kurgusal nanoteknolojiler de vardır ve şimdiden konuşulmaktadırlar. Ne var ki, havacıl veya göksüpürgesi gibi birer mühendislik harikası olan düşünce tasarımları, ancak son derece optimize edilmiş ve tam teşekküllü bir nanoteknoloji aşamasında hayata geçirilebilecek tasarımlardır; şimdilik sadece kurgudurlar.

Yine şimdilik kurgu olan, ama ileride gerçeğe dönüşmesi gayet muhtemel görünen bir diğer ileri teknoloji hamlesi, atmosferi temizlemek için biyoteknoloji ve genetik mühendisliği yöntemlerini kullanmak olacaktır. Doğal ağaçlardan on kat, yüz kat, belki bin kat daha fazla karbondioksit soğurması doğrultusunda genetiği değiştirilmiş yeni ağaç türleri hayal edebilir yahut karbonla ve çöple beslenip atık olarak temiz kaynaklar bırakan çeşitli mikroorganizma tasarımlarını zihninizde canlandırabilirsiniz. Konu genetik mühendisliği olunca, tek sınır, zaman ve hayal gücüdür.

Her durumda, iş jeomühendislik teknolojileri uygulamaya gelince, teknik ve bilimsel sorunlardan çok daha zor olan sorunlar, toplumsal, siyasal, yasal ve etik sorunlar olmaktadır. Onları da haftaya tartışalım.