Hayat, bize, her anımızda bir tecrübe kazandırıyor. Ne kadar uzun zaman yaşadım derseniz deyiniz, her geçen günün değil, saniyenin bile bunda hükmü vardır.

Arkadaşlık, dostluğun, gönüllerde kaynaşan halidir. Yani, arkadaşlık, dostluk gibi kelimeler sadece bir 'lafız'/'kelime'den ibaret değil, bir 'hal'i anlatırlar.

'Hal', gönlün aynasıdır. Arkadaşlık ve dostluk, bu bağ ile irtibatlı olarak, iki insan veya insanlar arası münasebetlerde birinci derecede önem arzeder. Günlük, gelip geçici hevesler ve ihtiraslarla doldurduğumuz şu kısacık hayatımızda, bu arkadaşlık ve dostluk bağlarını ne kadar sağlayabildiğimizin muhasebesini yap(a)maz isek, vakit geçirmeden kendimizi sîgaya çekmemiz lazımdır.

Kırdığımız, üzdüğümüz, küstürdüğümüz, bilerek veya bilmeyerek söz ve hareketle hakkını ihlal ettiklerimiz nezdinde, bu muhasebenin yapılmasının zarûretini idrak etmeliyiz.

Büyük şairlerimizden Bakî, bir beytinde şöyle diyor:

'Cihan efsanedür aldanma Bakî

Gam u şadî hayal-i h'aba benzer'

(Yani: Aldanma Bakî, dünya bir efsanedir. Buradaki gam ve sevinç hayal ve uykuya benzer)

Bakî; bir nefs muhasebesi yapıyor. Önce, kendinden başlıyor ve haliyle, bir şair olarak, insanlık alemine de bir tavsiyede bulunarak, uyarıyor.

Çünkü; şu beyit de Bakî'nindir:

'Saltanat tacın giyen alemde mağrûr olmasın

Niçe sultan börkün almıştır beğim bad-ı hazan'

Dostluk kalesini yıkan en büyük düşmanlar ise, kibir, benlik, gıybet, haset, yalan, kindarlık, kıskançlık, riya gibi kötü vasıflardır ki, bunlar, aynı zamanda, topyekûn insanlık aleminin de çöküşünü hazırlar.

Hazret-i Mevlana: 'Eğer insan surette insan olsaydı, Ahmed'le Ebûcehil müsavî olurdu' derken, sûret'e değil, sîret'e bakılmasının önemine işaret buyurmaktadır.

Dost odur ki, içten/kalbden/gönülden sever. Dostluğun esası, karşılıksız, menfaatsiz oluşu ve samimiyettir.

Zaman zaman, sözü, dönüp dolaştırıp 'günümüz dünyasına' getiririz. Halbuki, iyilik ve kötülük, doğruluk ve yanlışlık, güzellik ve çirkinlik tarihin her döneminde vardır ve bunların, çift cepheli olarak akıl almaz durumlarına şahit oluruz.

Tabiî ki, işin temelinde bir de adalet vardır. Âhengi, uyumu, mutabakatı, huzur ve itimatı sağlayacak olan odur. Adalet; hürriyetin de yegane kaynağı ve biraz da unsurudur. Birbirleri olmadan ikisinin de olması mümkün değildir.

Şayet, günümüzden şikayet edeceksek, 'kötü-yanlış ve çirkin' dediklerimizle usûlünce mücadele etmemiz de gerekir. Usûl, edeb demektir.

Yoksa, usûlün olmadığı yerde, bazıların çok sık kullandığı 'kaos', bizim lisanımızla ise, 'karmaşa/kargaşa' başlar. Böylece, çıkmaz'a girilir. Bu da, fert ve toplum olarak, işimizi zorlaştırır.

Söz üstadımız Yûnus Emre'nin bundan yüzlerce sene önceki mısralarını iyi tahlil etmemiz gerekir:

'Bu dünyaya gönül viren son-ucı pişman olısar

Dünya benüm didükleri hep ana düşman olısar

İy dostını düşman dutan gaybet yalan söz söyleme

Bunda gammazlık eyleyen anda yiri tar olısar'