Yaşlanmak ve ölmek hep acıdır, hep yürek yakıcıdır. Ölüm ateşi düşmeyi görsün yüreğe, yakar yakar. Hele de ölen bir ortak değerse, bir toplumun, bir davanın, bir inanışın ve dik duruşun haykıran sesi, kulaktan kulağa aktarılan sözü ve hiç susmayan sazıysa. Yürek değil yürekler yanar ülkenin bir başından bir başına.

Henüz Perşembe Öğretmen Okulu öğrencisiyken tanımıştım. Gençti, cevvaldi ve saza da söze de hem hevesli hem kabiliyetliydi. Okulu bitirdi, köyde öğretmenliğe başladı. Bedeni köydeydi ama yüreğinden fışkıran sözü dağları, ovaları aştı, kentten kente, bölgeden bölgeye ulaştı ve yüreklere yerleşti.

O artık sadece mahallelisinin, kentlisinin, öğrencileri ve velilerinin tanıdığı Arif Şirin değil tüm Türkiye'nin tanıdığı, bildiği saz ve söz ustası ve bir davanın inanmış mensubu Ozan Arif'ti.

Altmışlı, yetmişli yıllar, sağda ve solda genç yüreklerin inançla, imanla çarptığı ve istikballerin idealler uğruna bir sigara izmariti misali ayaklar altına alındığı yıllardı. Heyhat hem yıllar kaybedildi hem nice yiğitler.

Yaşlanmanın en acı tarafı yol arkadaşlarının birer birer gidişine şahit olmaktır. Yetmiş yıllık ömrümde çok dostumu, çok dava arkadaşımı toprağa verdim gözyaşları ve yürek yangınları içinde. Dünün namuslu devrimcilerine de üzülürüm bugünün döneklerini gördükçe. Onların da bizim de dersler çıkartacağımız bir geçmiş örneği yoktu bu ülkenin. Olsaydı keşke…

Sazlar çoktandır suskun bizim cenahta. Sözler kifayetsiz. Ne saz çalar ne türkü çığırırız ne de şiir yazarız epey zamandan beri. Bırakın yazmayı okumayız bile şiiri. Bizim şiirlerimiz artık başka yerlerde okunur söylenir. Bizim türkülerimiz çoktandır unutulmuştur bizim ellerde.

Ozan Arif belki de buna kahretti, belki de bu kopuş, bu savruluş onu ondan, onu bizden aldı. O artık eski dava devlerinin aleminde. Ona sonsuz rahmetler diliyorum… Allah mekanını cennet eylesin…