Peki ya sonrası…

Gelişmekte olan, sistemin değil günübirlik politikaların tatbik edildiği ülkelerde yaşanagelen konvansiyonel bir durum bulunmaktadır. Bu durum da bir statüye erişildiğinde bunu kendinden menkul bilmek ve şahsi veya ailevi menfaatlerin vasıtası yapmaktır.

Seçim arifesinde olduğumuz bu dönemde, halen muhalefet partilerinden birinin belediye başkanı olup tekrar aday gösterilmeyen bir kişiye yönelik bir yazar, 'Belediye kasasını artıda tuttu. Oysa inşaat şirketi iflas etti. Bu kaynakları şirketlerini abad etmek maksadıyla kullanabilirdi.' minvalinde açıklama yapınca, büyük bir düş kırıklığı meydana geldi. Esasında olması gereken standart model davranış, kerem sahibi bir şahsın 'lütfen' davranışı gibi aktarılmış oldu. Zaten gerçekleşmemesi gereken şey, nasıl yüceltilmesi gereken bir husus olarak yansıtılmaktadır? Gerçekten buna inanılması güç…

Ya da Türkiye'de bu türden bir hadise inanılması çok kolay ve mümkün bir şey mi? Açık bir husus var ki Türkiye'de kişi, makama irtifa kazandıran bir unsur değildir. Aksine makam insanlara kuvvet, kudret ve itibar kazandıran bir aparattır. Ve ne yazık ki bir makamı işgal etmekle aynı zamanda harcama yetkisi de kazanan kalibresi düşük şahsiyetler, başta kendi şahsi malvarlığından itibaren aile efradını ihya etmekte de çok maharetliler. İlanihaye bu tablonun süreceğini düşünen bu kişiler, kamuoyuyla paylaştıkları yeni aile fotoğrafıyla tarihe de öyle kazınmaktalar. İşte süreçte kimi isten, kirden, haramdan, menfaatten oluşan aile fotoğrafı; kimi de dupduru, nezih, medeni, hesapsız ve hasbi duygulardan oluşan aile fotoğrafı vermekteler…

Bir kişinin ailesine bırakacağı en temel miras, ailesinin ondan tevarüs edeceği en asli bakiye tertemiz, defosuz bir isimdir. Geçtiğimiz günlerde, 2 blok şeklinde tasarlanmış, gökdelen olarak tarif edilen çok katlı bir sitede dükkan kiralamış bir kişiye, binaların azametini nazara vererek 'Malikleri kim?' diye sordum. Doğru ya da yanlış kişi, birden fazla şahsın siteye sahip olduğunu beyan ederek içlerinden, yukarıda bahsettiğim makamlara gelmiş kişilerin olduğunu ve mülkiyetin edinilişinde suistimaller olduğunu müstehzi bir eda ile dile getirdi. Bu kişiler ve aileleri için ne kahırlanası bir durum…

Neticede makamın verdiği nimetlerden istifade ile haksız uygulamalar, haksız tasarruflar ve suça konu işlemlerle birlikte 'hormonlu bir ekonomik büyüme' ile tabiri caiz ise bolluk içinde yüzen kişiler her yanımızda mevcut. Gelinen bu yapay seviyede sözkonusu hayata öyle bir tutku ile bağlanılıyor ki, kazara 'bu görevlerden derdest edilenler' maaile büyük bir hüsrana uğrayabiliyorlar.

Evet, bu kişiler bir süre de olsa 'dünyada saadeti' yaşıyorlar. Peki ya sonrası? Ya inançlı olduklarını iddia edenler bakımından inandıklarını ileri sürdükleri öldükten sonraki hayat…? TOPLUMCA HAKKA MEFTUN İRSİ BİR SİCİLE SAHİPKEN DÜŞÜLEN BU ALÇAK SEVİYE ÜZERİNDE DÜŞÜNMEYE DEĞER…

NOT: 'Ozan'dı, 'Arif'ti, ülküsü ona Ferhat'ın 'Şirin'iydi. Allah rahmet eylesin…