Bazı insanlar dünyaya birtakım ayrıcalıklar ve üstün meziyetlerle gelmişlerdir. Okuyup öğrenme ve yeni bilgiler edinme azmi ve sevgisi ile sürekli bir şeyler üretip ortaya koyma becerisi ve sanat yeteneği bu meziyetlerin en başında gelir. Batılı bir tasnif anlayışı ile 'güzel sanatlar' olarak adlandırılan edebiyat, resim, müzik, heykeltıraşlık ve mimarlık alanlarında tarih boyunca ortaya konulan sanat eserlerinin hepsi, işte hüner sahibi bu tür insanların elinden çıkmıştır. Şiir başta olmak üzere, gönül tellerimizi titreten, dili, konusu, üslûbuyla mükemmel yazılmış her çeşit edebiyat eserini, içimizi ısıtan ve bizi büyüleyen güzel bir tabloyu, kulaklarımızı kimi zaman hüzün, kimi zaman tatlı ve yumuşak ezgilerle dolduran bir melodiyi, göz kamaştıran bir mimarî eseri ve heykeli üretip bize armağan edenler, hep o müstesna yaradılışlı sanatçılar olmuştur. Türü, çeşidi ne olursa olsun, her sanat eseri daha ziyade kişisel ve göreceli unsurlardan oluşur ve onu üreten sanatçının bilgi ve kültürünün, dünya görüşünün, sanat anlayışının, duygu ve düşünce dünyasının bir bileşkesi, bir yansıması olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla da taşıdığı bütün özelliklerle sanatçıya aittir, yani kişisel, otantik ve özgündür. Daha doğrusu öyle olması beklenir. Ünlü 'deneme' yazarı Montaigne, 'Benim yazıda aradığım, tam anlamıyla kendimin olmasıdır. Herkes kitabımda beni, bende kitabımı görsün' sözleriyle işte buna vurgu yapmıştır. Başka sanatlar için de geçerli olmakla beraber, daha çok bir edebiyat terimi olarak bilinen ve 'sanatçının görüş, duyuş, anlayış ve anlatıştaki özgünlüğünü,' onun dil ustalığını ve deyiş güzelliğini anlatmak için kullanılan 'Üslûb-ı beyan aynıyla insandır.' sözü de, aynı maksatla söylenmiş bir sözdür.

Bir bakıma gayesi hayatı ve yaşamayı daha sevimli, daha mutlu ve daha anlamlı hale getirmek olan sanat, insanın iyilik ve güzellik arayışının sonucu olarak ortaya çıkan bir değerdir. Yaradılışında iyi ve güzeli arama yeteneği olan, bakmasını ve elbet görmesini de bilen her gözün, o güzelliği ve değeri, tabiatta var olan canlı-cansız her nesnede ve varlıkta görmesi mümkündür. Bu da, ancak sanatçıya verilmiş bir lütuf ve ayrıcalıktır. Sanatçıyı herhangi bir insandan farklı kılan da bu özelliğidir. Onun başlıca görevi, eserine yansıyan algı ve gözlem yeteneği, duyarlılığı ve bunları yorumlama gücüyle hayatımıza yeni renkler ve lezzetler katmak, bize yaşamayı hayal ettiğimiz mutluluğu yaşatmak ve görmek istediğimiz güzellikleri göstermektir. Ünlü şairlerimizden merhum Faruk Nafiz Çamlıbel'in 'Şair' adlı şiirinde çok güzel ifade ettiği gibi, sanatçı, hayatımızı daha renkli, dünyamızı daha canlı ve daha güzel duyan ve duyurabilen müstesna yaradılışta bir insandır. O, eşyada sıradan insanın göremediğini görür ve gösterir, duyamadığını duyar ve duyurur, olanı olduğu gibi değil, onu belleğinin süzgecinden geçirerek ve ona kendi dehasından bir şeyler katarak vermek suretiyle maddeye adeta ruh ve can verir. Sanat büyük ölçüde bir tecrit, bir soyutlama olayıdır. Her sanatçı realiteyi kendine göre ve yine kendi seçtiği bir yöntemle değiştirir. Tabiatta var olan her şey onun bakışı ile değişir, bambaşka bir mahiyet alır. Oscar Wilde'ın deyişiyle, 'sanat tabiatı değil, tabiat sanatı yansıtır.' Böylece sanatın kendi gerçeği ortaya çıkar. Bu, hayatın gerçeğine benzemekle birlikte onun aynısı değildir, daha seçme, daha rafine bir gerçekliktir. Onu, eşyayı sıradan insandan daha farklı algılama yeteneği olan sanatçı, kendine has o büyüleyen yöntemi ile inşa eder. Sanatta olanı olduğu gibi değil, arzu edildiği gibi göstermek esastır. Bunu da ancak, her şeyden önce farklı ve gelişmiş bir sanat zevki ve algı yeteneği olan sanatçı yapabilir. Bu ayrıcalık onun mayasında, hamurunda vardır, öyle yaratılmıştır. O sebeple, herhangi birine 'sen sanatçı ol; şiir yaz, resim, heykel, beste yap' demekle onu sanatçı yapmak mümkün değildir.

Şüphesiz sanat her şeyden önce elbet bir yetenek, bir beceri işidir. Fakat tek başına yetenek de yetmez. Yeteneğin uygun bir eğitim sürecinden geçmesi de gerekir. Eğitim olmadan sanat olmaz. Sanat için yetenek ve eğitim birbirine muhtaç, birbirini tamamlayan iki önemli kavramdır. Eğitim insanı yetenekli yapmaz elbet, ama var olan yeteneği harekete geçirir, işler ve geliştirir. Öte yandan, sanat değeri taşıyan her eserin, mutlaka sosyal, tarihî ya da siyasî bir arka planı vardır. Tanpınar, 'Yenilik getirmiş her sanatkarda maziye dönük bir taraf vardır.' sözleriyle buna işaret etmiştir. O bakımdan, bir sanatçının hem köklü ve sağlam bir 'sanat tarihi' bilgisine sahip olması, hem de sanatın geçmişte üretilmiş ve tarihe mal olmuş seçkin örneklerini görüp incelemiş ve tanımış olması da çok önemlidir. Sanat deryasında kulaç atmak isteyen her sanatçı adayı, bu gerçeği de iyi bilmeli ve asla ihmal etmemelidir. Zira en güvenilir bilgi, görerek ve yaşayarak öğrenilen bilgidir.