Kaskatı kesilmiş değil miyiz gündem etkisi ile.

Çatık kaşlar görmekten yorgun, kavga ikliminden bezgin…

Sizi bilemem ama geçmişe özlem tamda bu yüzden.

Geçmişte olmuyor muydu peki kavgalar, tartışmalar? Kırılmıyor muydu yok yere kalpler?

O günlerin saygınlığına uygun, yitirmeden insana has değerleri oluyordu elbet.

Boş verin, günümüz kaosunu.

Şimdi şuan,

Ya açın 60'ların siyah-beyaz Sadri Alışık filmini,

Ya çok önce kıvırdığınız köşeden açın yine Reşat Nuri'nin Çalıkuşu'nu,

Ya da bir bilenden dinleyin yine o günlerin naif hikayelerini bir büyünüzden.

Kabul buyursanız paylaşmak isterim bende olanı.

Düşkün olurlar bilirsiniz benim gibi çocukluğunun büyük bir kısmı yanında geçmiş olanlar, Babaannelerine.

915 doğumluydu rahmetli.

Çanakkale'nin hüznü vardı yani dünyaya merhabasında.

Büyük Taarruz gazisi kendinden epeyce büyük biriyle dedemle evlendirildiğinde 15 indeymiş henüz.

Dominand bir kadındı lakin.

Severmiş de hani dedemi.

Başka çaresi olmadığından belki.

O'nu hep aynı kelime ile anardı.

Bakele.

Sordum bir gün ne demek "Bakele ?"

Anlattı.

"Canım" demekmiş.

Ve "Ömrümün varı"

İlk dedem söylemiş onu kendisine.

İlk "Canım" demek istediğinde ar etmiş dedem, "Hanım dese "malım" demiş gibi olur diye korkmuş, "Hamide" dese çok resmi, soğuk.

Ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış.

"Baksana" dese olmaz, "Bak hele..." demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.

Bakele dönüp bakmış.

Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.

Beklemiş beklemiş…

Babaannem dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, "Anladım Bayram..." demiş. "Anladım... Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini."

Aşk, aşık olduğunla yekvücut olmakmış.

Öyle derdi Babaannem. Cennet olsun mekanı.