Efendim, yeryüzünde müzik konusunda en kabiliyetsiz iki adam varsa birisi benim, diğeri de lise arkadaşım Hüseyin Eliçabuk'tur. Bizim müzik aleti çalma ya da şarkı türkü söyleme faaliyetimizi, büyük birer felaket olarak kabul eden çoktur; lakin ikimizin beraber musiki yapmaya kalkması dinleyiciler için tek kelimeyle bir zulümdür.

Bu konuda berbat bir hatıram da var üstelik: Lise son sınıftayız, müzik öğretmenimiz bizi "kanon" mevzusundan imtihan ediyor. Bilmeyenler için şöyle izah edelim: Orta yerde bir melodi var. Birinci müzisyen çalmaya başlıyor, bir müddet sonra ikincisi geriden aynı notaları çalıyor. Teorik olarak, iki müzisyen ahenk içinde sanat icra edecek... Ama söz konusu Hüseyin'le ikimiz olunca ortaya çıkan duruma "sanat" demek epey güçleşiyor tabii!

Önce ben çalmaya başlıyorum. Takriben on saniye sonra Hüseyin peşimden çalacak. Doğal olarak önce benim bitirmem lazım. Ama yarı yolda Hüseyin beni sollamış, ben farkında değilim!

Çalmayı bitirdiğimde gördüğüm manzara şuydu: Dehşete düşmüş bir müzik öğretmeni ve gülmekten yerlere kapaklanan sınıf arkadaşlarımız!

***

Tabii benim müzik kariyerim lisede bitti. Daha sonrasında iyi bir dinleyici oldum ve müzik denen sanat dalına saygılı bir vatandaş olarak orkestrada yer alan tüm aletlere belli bir mesafede kalmaya özen gösterdim.

***

Müzik konusundaki kabiliyetsizliğim bir yana, bu işi becerebilenlere hep gıpta ile baktığımı itiraf etmeliyim. Mesai arkadaşım Işık Beşiroğlu (yakında evlenip Mutlu soyadını alacak) müzik konusundaki yeteneğini hep takdir ettiğim bir sanatçı mesela... İş yaparken bile şarkı mırıldandığı için gün boyu kulaklarımın pasını siliyorum sayesinde!

***

Türk Sanat Müziğini yaşam tarzı haline getiren bir isim de kızımın ilkokul öğretmeni sevgili Bedirhan Özcan Ağabey... Kendisi, sadece müzik icra eden, çalıp söyleyen bir sanatçı değil... Aynı zamanda müzik kültürü son derece iyi bir sanatsever!

Geçtiğimiz gün, beni şef Sevtap Bayraktar'ın yönetimindeki DSİ korosunun down sendromlu çocuklar yararına verdiği konsere davet edince koşarak gittim.

Konserden evvel, kendisiyle Türk Müziği üzerine kısa bir sohbetimiz oldu. Bana, Klasik Türk Musikisinin On beşinci yüzyıldan beri kesintisiz süre gelen öyküsünü bir çırpıda anlattı. Bu müzik kültürünün köklerini Türk Tekke musikisi ile İstanbul saray musikisinden aldığını öğrendim sayesinde. Biraz Bizans ve Ortaçağ Latin esintileri... Çokça Türk - İslam medeniyeti... Arap ve Balkan sazlarının birlikte icrası... Hafızlık mesleği ile Türk musikisinin yol arkadaşlığı... Divan edebiyatı ile dirsek teması...

Netice itibarı ile Klasik Batı Müziği ve Klasik Hint Müziği ile birlikte dünyada asırlardır kesintisiz süregelen bir musiki türü olmuş!

***

Konser sırasında ilginç bir bilgi kırıntısını da sunuculuğu üstlenen doktor Volkan Konya 'dan öğrendim.

"Muhabbet bağına girdim bu gece" parçasını duymayanınız yoktur. Bu isimle olmasa bile stadyumlarda karşı tarafı kızdırmak için bolca söylenen şu dizelerini herkes bilir: "Ararım, sorarım... Ararım seni her yerde, sorarım... Issız gecelerde, sevgilim nerede..."

Popüler kültüre bodoslama giren ve daha çok amigoların diline pelesenk olmuş bu şarkının bestecisi Sadettin Kaynak, aynı zamanda dini bütün bir hafız imiş.

Ömrünün son demlerinin ürünü olan bu şarkının bestesini ve güftesini, gece rüyasını şereflendiren Peygamber Efendimiz (SAV) için yazmış. İsterseniz sözlerini şöyle bir anımsayalım:

" Muhabbet bağına girdim bu gece,
Açılmış gülleri derdim bu gece,
Vuslatın çağına erdim bu gece
Muhabbet doyulmaz bir pınar imiş
Ararım, ararım, ararım seni her yerde
Sorarım ıssız gecelerde, sevgilim nerde?

Açıldı bahtımın gonca gülleri,
Gönül dalında ötsün bülbülleri,
Aşkıma sarayım hep gönülleri
Muhabbet doyulmaz bir pınar imiş
Ararım, ararım, ararım seni her yerde
Sorarım ıssız gecelerde, sevgilim nerde?

Muhabbet uğruna verdim varımı,
Gönülde buldum anladım yarimi,
Neyle söndüreyim ben bu narımı
Muhabbet doyulmaz bir pınar imiş
Ararım, ararım, ararım seni her yerde
Sorarım ıssız gecelerde, sevgilim nerde?"

***

İcrası konusunda her ne kadar kötü bir şöhrete sahip olsam da bu hallerim, Klasik Türk Müziği ve onun çağımızdaki devamı olan Türk Sanat Müziğine derin bir hürmet beslememe mani değil...

Hatta bu kültürden bugüne dair bazı hisseler çıkarmamız lazım diye düşünüyorum...

Mesela Türklük mefhumunun sadece bir saf kan ırk tarifi olmadığını hatırlamamız için biraz Türk Sanat Müziği dinlememiz kafi... Kültürel manada Türk kelimesinin, binlerce yıllık bir tarihin ve milyonlarca kilometrekarelik bir coğrafyanın imbiğinden süzülen bir medeniyetin adı olduğunun kanıtı klasik Türk musikisi sazlarında gizli değil mi?

Keman, ud, kanun, darbuka, ney, kemençe, def ve diğerleri... Türk, Fars, Arap, Rum ve Latin müziklerinin tarihten süzülüp Türklük mefhumunda şekil bulmuş halleri sayılamaz mı?

Belki de ekonomik meselelerden sosyal krizlere, terörden eğitime kadar bir çok konuda Klasik Türk Müziğinin milli olduğu kadar evrensel kimliğinden daha fazla istifade etmeliyiz...

Ne dersiniz?