Kıymetli okurlarımla geçen hafta sohbetimde 'Ben her şeyi bilirim!' ironisini konuştuk. Bir akademisyen olarak toplum önünde sorumluluklarımız nedir ve nasıl olmalıdır sorusunun tanımlanması geleceğimiz ve akademik anlayışımız açısından önemlidir.

Pek çoğumuz kendi sorumluluk ve yetki alanımızda olan konularda konuşmaya, yorum yapmaya cesaret edemezken, kendi çalışma ve uzmanlık alanımızın dışındaki konularda alemi cihan kesiliriz. Eskilerin değimiyle 'Yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder'. Özellikle günümüzde sosyal iletişimin bu kadar yaygınlaştığı bir dönemde, televizyonlarda her konuyu bilen uzmanlardan tutunda, google'dan aldığı bilgilerle başımıza profesör kesilen yorumculara kadar sınırsız bir algı ve bilgi kirliliği kaynağı gelişiyor. Elbette teknoloji ve iletişimin gelişimi ile bilgiye ulaşımın kolaylaşmasını da ihmal etmemek gerekir.

Seçici olan hazır bilgiyi alan mı, başkasının hazırladığı bilgiyi sunan mı, yoksa bu bilgiyi sunmada aracı olan mı olmalı? Hazır bilgiyi alanın seçiciliği sınırlıdır, çünkü elde ettiği bilginin yeterliliği ve sonuçlarını bilecek konumda değildir, hazır bilgiyi sunmada aracı olan kişi veya kurumların sorumluluğu daha fazladır. Konunun gerçek uzmanlarını araştırarak, konuyu bir etik kurum ortamında tartıştırarak kullanıcıya ulaştırma şansı vardır. Ancak en büyük sorumluluk, bu bilgiyi konunun uzmanı rolüne bürünerek sunandadır. Konu ile ilgili yeter bilgi ve deneyime sahip olmamasına karşılık, bilgi satma yeteneğini kullanarak pazar oluşturmakta, müşteriye bilgi ulaştırmada aracılık yapmaktadır. Bilgiyi alan konuya hakim değil, ortam yöneticisi konuya yabancı, sunan da yetersiz olunca, kritik problem ve soru karşısında çözüm üretilememekte, sonuçları da vahim olmakta, yarım doktor hesabına dönmektedir.

Bilgiyi üretenin bildiklerini paylaşması evrensel bir doğrudur. Bu bilginin günlük hayatımızda kullanılabilir olması, kamuoyunun hizmetine sunulması ayrı bir çalışmadır ve kontrolü yapılarak sürdürülmesi gerekmektedir. Günümüz akademisyenlerinin en temel sorunu, pek çok konuda bir şeyler biliyor, bir alanda da uzmanlaşmış olmasıdır. Uzmanlaştığı konuyu paylaşmak bir sorumluluktur. Bu yeterli olmamaktadır, paylaştığı bilgiyi kullanıcının yararına çözümlü hale getirmesi ve sunuculuğuna soyunması problemleri büyük oranda çözecektir. Yeri geldiğinde uzman olmayan kişilerin bu bilgileri kullanımında ki hatalara müdahalesi kontrol mekanizmasını oluşturacaktır. Sorumlu kişi ve kuruluşların konunun uzmanlarını araştırması ve gerektiğinde söz vermesi, fikirlerine müracaat etmesi kontrol mekanizmasını güçlendirecektir. Bu konuda ülkemizde YÖK ve üniversitelerin de gerekli tedbirleri alması, akademik özerkliği uzmanlık alanına sonuna kadar kullandırması ama uzman olmayan insanlara da sınırlandırıcı tedbirleri alması gerekmektedir. Hukuk sistemimizin bu açmaz karşısında çaresiz kaldığını söylemek abartılı bir yorum olmaz. Çözümünü hukukçularımız bulmalıdır.

Kısaca biz akademisyenler, bilgiyi paylaşmada cömert olmalı, bilmediğimiz konuda susabilme erdemini göstermeliyiz. Öncelikle toplumu anlayan, algılayan, problemlerini bilen ve çözümünü üreten akademisyen yetiştirmeliyiz. Elde ettiği kazanımlarını milletin imkanları ile kazandığını unutmayan ve millete hizmeti bir görev bilen, topluma faydalı olma gayretini ilminin sadakası olarak gören anlayışı geliştirmeliyiz. Bir kişi süslü sözleri ile herkesi kandırdığını düşünebilir veya ikna ettiğini zannedebilir, ancak bir insanın kendisini kandırması mümkün değildir. Çünkü kalbinden geçeni, beyninde düşündüğünü, söylediğini ve yaptıklarını ve davranışlarının tutarlılığını bilen tek kişi kendisidir. Bugünden tezi yok, aynanın karşısına geçelim ve kendimize hesap verelim. Kendisine saygısı olmayan ve hesap veremeyenlerin başkasına saygı duyması ve hesap vermesi mümkün değildir. Kendisine saygılı, konusunda en olabilen, milletinin dertleri ile dertleşip milleti ile bütünleşen, kestane gibi kabuğunu yadırgamayan akademisyenliği yaygınlaştırdığımız gün sorunlarımızın çözümünde önemli mesafeler alacağız.