Türkiye uzun yıllar yüksek kronik enflasyon yaşadı. 1970'li yılların sonundan itibaren yüksek enflasyon kalıcı hale geldi. 1978-2002 dönemini kapsayan 25 yılın TÜFE yıllık enflasyon ortalaması %62 oldu.

Uzun yıllar yüksek kronik enflasyondan kurtulmanın yolları arandı. Sonunda iki konu öne çıktı. Bunlardan biri Maastricht Kriterlerine uymak, diğeri Merkez Bankasını bağımsızlaştırmak.

Avrupa Birliği'nin tek paraya geçiş kriterleri olan Maastricht Kriterlerinden birisi Bütçe Açığı/GSYH oranının maksimum %3 olmasıdır. Bu kriter bütçe açıklarını azaltarak hükümetlerin Merkez Bankasından ve diğer yollardan borçlanmalarını sınırlandırmayı amaçlamıştır.

Türkiye'nin Maastricht Kriterlerine uyma çabaları kamu açıklarının azaltılmasında etkili oldu. Kamu açıklarının azaltılması piyasalar tarafından olumlu karşılandı.

Kamu açıklarının azaltılmasında etkili olan ikinci bir faktör Hükümetlerin Merkez bankasından borçlanmalarına önce sınırlama getirilmesi, sonra tamamen yasaklanmış olmasıdır.

5 Nisan 1994 Krizi sonrası Hazine'nin her yıl bütçe ödenekleri toplamının %15'i kadar Merkez Bankası'ndan avans kullanması kademeli olarak azaltıldı, 1997 yılına kadar %6'ya ve devam eden yıllarda %3'e düşürülmesi benimsendi. 1997 yılında Hazine ile imzalanan protokolle, 1998 yılından itibaren Hazine'nin Merkez Bankasından avans kullanması yolu tamamen kapatıldı.

Şubat 2001 Krizi sonrası Merkez Bankasının bağımsızlığı yasal güvence altına alındı. Bankanın temel amacının fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmek olduğu, enflasyon hedefini hükümetle birlikte belirleyeceği, bu amacı gerçekleştirmek için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisinin belirleyeceği, bu hedefle çelişmemek şartıyla hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekleyebileceği hükme bağlandı. Banka bünyesinde Para Politikası Kurulu kuruldu. Bankanın fiyat ve döviz kuru istikrarını sağlamak üzere gerekli önlemleri alabileceği ifade edildi. Kanunda yasaklanan işleri yapmadığı müddetçe veya görevini yapamaz hale gelmedikçe Merkez Bankası Başkanının beş yıl süreyle görevini tamamlaması yasal güvence altına alındı (1211 sayılı Kanun).

Türkiye ekonomisi Şubat 2001 Krizi sonrası nispeten daha istikrarlı bir yapıya kavuştu. Bunda yukarıda ifade ettiğimiz Maastricht Kriterlerine uyum çabası, Merkez Bankasının bağımsızlığı ve güçlü siyasal iktidar (Ak Parti iktidarı) etkili oldu. Enflasyon tek haneli rakamlara indirildi, faiz oranı düştü, döviz kuru daha istikrarlı hale geldi. Bütün bunların piyasalara olumlu yansımaları oldu.

Ancak 2018 yılından itibaren enflasyonun ve faiz oranının çift haneli rakamlarda seyretmesi, döviz kurunun aşırı dalgalanma göstermesi, geçmişte bu göstergelerin bozukluğundan çok çekmiş bir ülke olmamızın etkisiyle Merkez Bankası ve Hükümet üzerindeki stresi artırdı.

Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya 5 Temmuz 2019 günü Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle görevden alındı. Sayın Cumhurbaşkanımız, görevden almanın yasal dayanağı olarak, Yeni Yönetim Sisteminin verdiği yetkinin kullanıldığını; görevden almanın gerekçesi olarak, Başkanın piyasalara güven vermediğini, piyasalarla iletişiminin iyi olmadığını, kendi inisiyatifinde uyguladığı politikaların ağır bedelleri olduğunu ifade etti.

Başkanın görevden alınmasından şu sonuçlar çıkarılabilir;

  1. Türkiye'nin Yeni Yönetim Sisteminde Merkez bankası bağımsız değildir.
  2. Geçmişte Merkez Bankasının siyasal iktidarın tasarrufuna açık olması, siyasal iktidarın taleplerine hayır diyememesi sorunun kaynağı olarak tespit edilmiş ve çözüm olarak merkez Bankası bağımsızlaştırılmıştı. Şimdi Merkez Bankasının başına buyruk politikalarının sorunun kaynağı olduğu noktasına gelindi. Bir anlamda başa dönmüş olduk.
  3. Yeni başkanın bağımsız olarak politika uygulayacağı beyanı inandırıcı değildir. Bundan sonraki para politikalarının başarı ve başarısızlığının faturası bütünüyle Hükümete ait olacaktır.