Eğitim sistemimizin ilköğretimden yükseköğretime kadar yeni baştan ele alınmasına ve yenilenmesine ihtiyaç vardır. Bu, mutlaka çözümlenmesi gereken önemli bir problem olarak önümüzde durmaktadır. Mevcut eğitim-öğretim uygulamalarıyla çocuklarımıza iyi bir eğitim veremediğimiz artık gün gibi ortadadır. Bunu aklı başında olan hiç kimse inkar edemez. Her fırsatta dile getirdiğimiz gibi, liseyi bitirip hasbelkader üniversiteye gelebilen pek çok gencimiz, bırakın bilgi ve kültür sahibi olmayı, maalesef ana dilini doğru dürüst okuyup yazmakta ve kusursuz bir Türkçe cümle kurmakta bile zorlanmaktadır. Ana dil eğitimini nihayet lise öğrenimi sonuna kadar ikmal edemeyen, yetişme çağındaki çocuklarına ana dillerini ve tarihimizi doğru dürüst öğretemeyen, onlarda sağlam bir dil ve tarih şuuru geliştiremeyen, onlara dil, bayrak ve vatan sevgisi aşılayamayan, bu eksikliği gidermek için de üniversitelerin ve yüksekokulların bütün fakülte ve bölümlerinde İnkılap Tarihi, Türk Dili vb. dersler okutulmasına ihtiyaç gösteren bir eğitim sisteminin, okumayı seven, bilgili ve kültürlü olmayı özleyen, bu maksatla araştıran, okuyan ve düşünen insanlar yetiştirmesini beklemek zaten abesle iştigal etmek olur. Liseden mezun ettiği çocuklarına ana dillerini bile doğru dürüst öğretmeyi beceremeyen bir eğitim sisteminin varacağı netice elbet bu olacaktır.

Üniversiteler ve yüksekokullar, tercih edilen belli bir bilim dalında uzmanlaşmak isteyenlere eğitim veren kurumlardır; ilgili fakülte ve bölümler dışında Türkçe, inkılap tarihi vb. derslerin öğretileceği yerler değildir. Bunların ortaöğretim sürecinde verimli ve başarılı bir şekilde halledilmesi gerekir. Liseyi bitirmiş ve uzmanlık alanını seçmiş bir genç artık bu tür derslerle meşgul edilmemelidir. Onun tek kaygısı kendi alanında derinleşmek, araştırmak ve okuyup öğrenmek olmalıdır. Üniversitelerin ortaöğretimin ve lisenin eksiklerini gidermek gibi bir görevi yoktur, olmamalıdır. Lise seviyesindeki okullar eğitim sisteminin temeli, omurgası olan okullardır. Sağlam bir lise eğitimi alarak liseyi bitirmiş bir genç, üniversitede verilen eğitime uyum sağlamada pek zorluk çekmez. Aksi halde bocalar durur, yıllarını kaybeder. Çünkü üniversite, verdiği eğitimi liseden getirilen okuma ve öğrenme alışkanlıklarının, bilgi ve kültür birikiminin üstüne bina eder; onları daha derli toplu bir hale getirir, zenginleştirir, daha görünür ve daha kalıcı bir şekle sokar. Lise eğitimi o bakımdan çok önemlidir. Üniversiteye girmek için lise mezunu olmak şartı da bunun için getirilmiştir.

Bugün her kademedeki okullarımızda test ağırlıklı bir imtihan sistemi uygulanıyor. Sözlü olsun yazılı olsun, klasik imtihan sisteminde, başta dil olmak üzere öğrencinin her türlü eksiğini, hatasını görmek ve düzeltmesini sağlamak mümkün olabiliyordu ve bu uygulama bütün dersler için geçerli idi. Test uygulamalarında böyle bir şansınız yoktur. Test daha çok teknik bir faaliyettir. Tekrar ede ede doğru seçeneği bulma alışkanlığı kazanan çocuklar, belli ölçülerde başarılı olabiliyor; sınıfını geçebiliyor veya liseden sonra bir yükseköğretim kurumuna girebilmek için gerekli olan puanı da tutturabiliyorlar. Böyle bir uygulama, okuyup öğrenmeyi, yeni bilgiler edinmeyi, araştırmayı, düşünmeyi, kültürel bir altyapı oluşturmayı pek gerektirmiyor. Bilgisayar, internet ve ellerinden düşürmedikleri akıllı telefonlardan öğrendikleri bilgi kırıntıları onlara yetiyor. Dolayısıyla çocuk kitaptan uzak duruyor ve elbet okuma alışkanlığı da kazanamıyor. Çünkü buna ihtiyaç duymuyor. Hedefine daha kolay, daha kestirme yoldan gitmeyi tercih ediyor. Derslerde öğrendikleri dışında pek okumuyor, yeni bilgiler edinemiyor; tarihten, felsefeden, sanattan, edebiyattan, kültürel değerlerden, yerli ve yabancı klasiklerden habersiz olarak yetişiyor. Ama çalışıp yorulmadan, alın teri dökmeden kazanmayı, kolaycılığı çok iyi öğreniyor ve bunu istiyor. Okuyup öğrenmek, çalışmak pek işine gelmiyor. Esasen bu alışkanlığı kazanamadığı için zorlanıyor.

Üniversiteye yeni başlayan gençlerin, uzmanlaşmak istedikleri ilim dalında karşılaştıkları önemli zorluklardan biri de, kelime dağarcıklarının azlığı ve kavramlar konusunda yeterli bilgiye sahibi olmamalarıdır. Birincisi gençlerin okuma alışkanlığı kazanamamış ve Türkçeyi iyi öğrenememiş olmaları ile ilgili bir husustur. İkincisi ise, bizde maalesef ortaöğretim (ortaokul ve lise) seviyesinde sağlam ve verimli bir ilim, kültür ve felsefe tarihi gibi derslerin okutulmamasının sonucudur. Bu yüzden gençlerde zengin bir kelime dağarcığı gelişmediği gibi, genel bir kavram fikri de teşekkül etmiyor. Sonraki yıllarda da zaten iş işten geçmiş oluyor ve gençler, kavramların bilgisine şu veya bu şekilde sahip olmuş siyaset cambazlarının ya da ideoloji bezirganlarının tuzağına düşmekten kurtulamıyorlar. Eğer ortaöğretim yıllarında çocuğa okuma alışkanlığı kazandırılsa ve sağlıklı bir ilim ve felsefe tarihi okutulsa, o hangi kavramların hangi tarihte ve hangi ihtiyaçlardan doğduğunu, bunların nasıl geliştiğini öğrenecek ve üniversitede verilen dersleri de rahat bir şekilde takip edecek ve daha kolay anlayabilecektir. Zira her ilim dalının kendine göre bir terminolojisi ve kavramları vardır. Üniversite'ye belli bir ilim dalında uzmanlaşmaya gelen çocuk, ana dilini iyi bilmediği, yeterli kavram bilgisine de sahip olmadığı için haliyle verilen dersleri anlamakta zorlanıyor ve bir uyumsuzluk süreci de yaşıyor.

Orta öğretim yıllarında gençlere derli-toplu bir estetik eğitiminin verilmemesi de büyük bir eksikliktir. Bu, çocuğun güzel ile çirkini, doğru ile yanlışı ayırmada bir ölçü fikrine sahip olmadan yetişmesi demektir. O sebeple orta öğretim döneminde (ortaokul veya lise) titizlikle hazırlanmış bir müfredatla Estetik ve Güzel Sanatlar adıyla bir dersin okutulması da mutlaka düşünülmelidir. Ayrıca çocuğa, aynı dönemde, hangi sahada öğrenim görürse görsün, ona insan olma haysiyetini kazandıracak insanî ve ahlakî değerler de öğretilmelidir. Bir genç, üniversite düzeyinde verilecek bir sanat eğitimine ve ilim hayatına, yani muayyen bir alanda derinleşmeye, şahsiyet ve haysiyet sahibi kültürlü bir aydın olmaya böyle hazırlanır; kültürsüz, bilgisiz, idealsiz olmaktan ancak böyle kurtarılabilir. Gerçek anlamda okumaktan, yazmaktan, düşünmekten zevk alan, canlı, sağlıklı ve verimli bir şekilde işleyen bir kültür ve sanat ortamında yaşamaktan huzur ve mutluluk duyan insanların oluşturduğu bir toplumun alt yapısı da ancak böyle hazırlanabilir. Yeni okullar açmak, dershane sayılarını artırmak, taşımalı eğitime geçmek, sık sık Bakan değiştirmek gibi uygulamaların eğitimin kalitesine hiçbir şey kazandırmadığını artık görmüş ve anlamış olmalı ve çocuklarımıza her kademede verdiğimiz eğitimin kalitesine odaklanmalıyız.

Okullarda verilen eğitimin yetersiz oluşu bir yana, günümüzde çocukların büyük çoğunluğu okul dışındaki zamanlarını da ellerinde telefon, kulaklarında kulaklıkla internet, televizyon ve bilgisayar başında geçirmektedirler. Onların buralarda ne okuduklarını, neler öğrendiklerini, hangi alışkanlıkları kazandıklarını kontrol etmek de maalesef mümkün değildir. Ama ne var ki onların günbegün bizim kültür dünyamızdan koptukları, değer yargılarımıza, kültürel değerlerimize yabancılaştıkları da bir gerçektir. O itibarla bizim acil olarak ele almamız ve çözüm üretmemiz gereken çok önemli bir eğitim meselemiz de budur.