Güzelim alışkanlıklardan kopmuşuz.
Öyle ki, nereye gidiyoruz diye birbirimize soruyoruz.
Gariptir selam verildiğinde de 'Bir beklentimi var?' denilen günlerdeyiz.
Toplum birbirine yabancı, kendini tanımaz halde.
Ne hale geldiğimizin farkında bile değiliz.
Olağan dışılık tamamen normalleşmiş.
Biraz kendimize gelsek şaşırıyoruz.
Hatta sık dinliyoruz mazide kalan güzel alışkanlıkları.
Kendimizi gözden geçirmek ise hak getire.
Önceki gün Kızılay'ın düzenlediği çalıştayda konuşmacıyım.
Bir tarafımda kök hücre bağışıyla bir cana umut olan anne.
Diğer tarafımda kan ve trombosit bağışıyla örnek genç kardeşimiz.
Dinleyicilerimiz ise üniversiteli gençlik.
Ben lösemiyle mücadelede üçüncü ayak olan toplumun sağlıklı bireylerinin sorumluluğuna dikkat çekip, yaşadığımız anılarla bağlantılı kan, trombosit ve ilik bağışının önemine değinirken, iliğini bağışlayan hanımefendi ise kök hücre bağışlamakla inanılmaz mutluluk duyduğunu ve bedeninden hiçbir şey eksilmediğini ifade etti.
Üniversite hayatını yeni bitiren genç kardeşimizin sözleri ise anlamlıydı.
Kan ve trombosit bağışında özverili davranan, birkaç tane hastayı arkadaş olarak kabullenen, saçları döküldüğünde saçlarınıda kestirerek kendileriyle özel bir dostluk kurduğunu ifade ederken, asıl problemin ise sosyal medyada iyilik prensi kesilenlerin, bir kan ilanında yerinden kıpırdamadıklarını, kendi yaptıklarının ise herkesin yapması gereken rutin işler olduğunu söyledi.
Çok ama çok haklıydı.
Konuşmasında altını çizerek önemli bir ricada da bulundu.
'Beni asla takdir etmeyin, farklı gözle değerlendirmeyin.'
Normal yapılması gerekenlerin asla büyütülmemesini istiyordu.
Yaptığı sosyal yaşamda herkesin yapması gerekenlerdi.
Kardeşimiz kendi kanını başka birilerinin taşımasından duyduğu memnuniyeti ifade ederken nazikane talebini tekrar iletti:
'Lütfen ama lütfen, konuşmam bittikten sonra bana iltifat etmeyin.
Teşekkür etmeyin, alkışlamayın da..!'