Sinema ve tiyatrodaki başarısını yazarlıkta da üst seviyeye taşıyan Bafralı Oktay Güzeloğlu, “Beyoğlu nda Garibanın Otopsisi Yapılmaz” adlı kitabında, çok iyi özetlemiş şehrin dışlanan gerçek yüzünü.
Gözün içe kadar giren, ama görmezlikten gelinen gerçeklerdir şehrin arka yakası.
Hayat, çoğu kez yalan söyler insanlara.
Birçoğumuz hayal ettiğinden ötelerde yaşar, layık görülenle yetinir, kabulleniriz.
En çok da şehrin arka sokaklarındaki yaşamlar nasiplenir, onlar yaşar, onlar okurlar hayata dair acı romanı.
Kahramanları ise kendileridir.
Tercih değil, reva görülene itaat eder.
Başka çareniz de yoktur zaten.
Kimi oğlu, kimi kızı, kimi annesi kimi okulu için oradadır.
Aslanın ağzındaki bir dilim ekmeğin peşindedir hepsi.
Görevleri ise o kapıdan girenleri değerli kılmak, önemli hissettirmek, mutlu etmek, ailesinden, arkadaşlarından, etrafından görmediği değeri ona vermektir.
Karşılıksız mı?
Tabi ki hayır…
Ve inanın o her ortamda ahlak abidesi kesilenlerden de yemediği halt kalmadığı halde namustan dem vuranlardan daha ahlaklı ve namusludurlar.
Neden orada olduklarını bilir, işlerini yaparlar.
Bir adları bile yoktur oysa.
Ayşe, Fatma, Kezban… Ortamın kendilerine verdiği isimlerle anılırlar.
İnsan yerine koymayan sözde insana insanca davranır ve oksijeni bile hak etmeden yakan binlerce bedene inat dağ gibidirler.
Ötekilerimiz var; bizim de onlarca ötekiler olarak vasıflandırdığımız...
Algı ve anlayışlarımıza uygun zeminlerdeyiz ki, bu karakteristik bir tavır.
Ötekini itelememek!
İnsanın dibinin değil, tepesinin vasfı...
Kendi gibi düşünmeyen ve yaşamayanları, yaşam sahası dışına iteleyenlerin azgınlığı, yeryüzünde kan akıtıyor.
İtelendikçe kinlenmek, ötelendikçe nefret duymak, iğrenmek, ötekileştikçe yabancı düşmek hep bundan...
Biri birine öteki ve yabancı ya dünya döndükçe sosyal anarşi bitmiyor. Birbiri ardına sosyopatlar üretir toplum.
Dahil olmasak bile saygı duymayı öğrenememiş bireyler oluveriyoruz.
Üç vakitlik ömür bin eziyet.
Esasen, cami müdavimi ile meyhaneci aynı hayatın tüketicisidir.
Birbirini tüketmek ile geçen ömür ziyandır.
Jorge Luis Borges, seksen beş yaşında bir şeyler karalamış. Şimdi ne yapılabilir ise yapılmalı... Yaşam an an kısalıyor hepimize. Yarınlara ertelediğimiz nice şeyler adına:
Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar,
Yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder,
Güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte seksen beşindeyim
Ve biliyorum ölüyorum…