Geçtiğimiz günlerde Savcı'nın mütalaasıyla, 11 yıl önce FETÖ'nün Türk Ordusu'nu ve Türk aydınlarını hedef alan kumpası çökmüş oldu. Ergenekon davasında Savcı, 'Ergenekon adlı bir terör örgütünün varlığı ispat edilememiştir' diyerek mütalaasını açıkladı.

Şimdi; 11 yıl sonra Savcı'nın mütalaasıyla çöken Ergenekon davasının yaptığı yıkımda yaşamını yitirenlerin aileleri, 'Yaşantılarımızdan geri döndürülemeyecek parçalar çalındı. Telafisi mümkün olmayan şeyler yaşadık. Canlarımız artık geri gelmeyecek' diyerek, kumpasçılar için adil yargılama istiyorlar. Haksızlar mı?..

Bakınız; Ergenekon soruşturması sürecinde, 'Amirallere Suikast Girişimi' iddiasıyla tutuklanan ve bunu gururuna yediremeyip intihar eden Yarbay Ali Tatar'ın abisi Ahmet Tatar yaptığı açıklamada, adaletin tecelli ettiğini söylemek için çok erken olduğunu belirterek şöyle diyor: 'Ergenekon davası çok başka bir aşamaya geldi. Ancak neticede bu kumpası kuran, sürdüren, onun bir parçası haline gelen insanlar gerçek anlamda adaletle yüzleşmediler. Bu davanın esas sorumluları olan örgütün üst düzey yöneticileri yurtdışına kaçmış durumda. Öte yandan bu kumpas ve diğer kumpasların müsebbibi olan siyasi uzantıları ile ilgili hiçbir şey yapılmadı. Bunlar ortadayken adalet tecelli etti demek mümkün değil' diyor.

Yine; Ergenekon davası nedeniyle cezaevinde kansere yakalanan ve tahliyeden 5 gün sonra yaşamını yitiren Kuddusi Okkır'ın eşi Sabriye Okkır da hayatını kaybedenlerin geri gelmeyeceğini belirterek,'Mühim olan bunu yapanların, bu suçu işleyenlerin adil şekilde yargılanması. Ben, adil yargılanmalarını istiyorum. Toplum olarak en büyük suçumuz olaylara seyirci kalmak. Eşim vefat ettiği zaman, 'bu adam niçin öldürüldü' sorusunu sorabilseydik, bugünleri yaşamazdık. Bu kadar insan çile çekmezdi. Hala insanlar Kuddusi Okkır'ı dile getirirken, 'kasa' diyorlar. Bu adamın neden öldüğünü sormadan, 'kasa' diyorlar. Yazıklar olsun. Bu adam sokakta yalnız bir insan değildi. Bizlere hakaret ediyorlar. Hepsini kınıyorum' diyor.

Sonuçta; 237 sanıklı Ergenekon davası 30 civarında insanın canını kaybetmesine sebep oldu ve aradan geçen 11 yıl sonra da Savcı,' Ergenekon adlı bir terör örgütünün varlığı ispat edilememiştir' diyerek mütalaasını verdi. Bunun bütün günahı ve vebali de bu kumpası kuran, sürdüren ve sorumlu olanların üzerinedir.

Bu konuda yaşadığım, çok üzüldüğüm ve etkilendiğim bir anıyı da anlatmadan geçemeyeceğim. Ergenekon davasının sürdüğü yıllarda, Sinop Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak, bağlı olduğumuz Türkiye Gazeteciler Federasyonu'nun Balıkesir'deki Başkanlar Konseyi toplantısına katıldım. O zaman Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı, şimdiki CHP İzmir Milletvekili olan Sayın Atila Sertel'di. Sayın Sertel toplantı sonunda, İzmir'den arkadaşı olan Mustafa Balbay'ın Silivri Cezaevi'nden kendisine gönderdiği esaret mektubunu okuyunca çok duygulandım. Odama çıktım ve gözlerim dolu dolu, 'ZULÜME İSYAN' adıyla şu satırları karaladım:

Değişen bir şey yok / Yıllardır aslında / Çağdaş gazeteciye / Özgürlük konusunda / Daha dün / Tarihi Sinop Cezaevi'nde / Eşine-dostuna hasret / Burhan Felek'ler / Sebahattin Ali'ler… / Bugün / Silivri zindanlarında / Çoluğuna-çocuğuna hasret / Mustafa Balbay'lar / Tuncay Özkan'lar…

Ertesi günü, Genel Başkan Sertel ile birlikte, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan'ın da tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi'nde davalarını izlemek üzere Silivri'ye gitmek üzere Balıkesir'den yola çıktık. Tekirdağ'a geldiğimizde, bizleri CHP Tekirdağ Milletvekili Sayın Faruk Öztrak karşıladı ve çok güzel bir şekilde misafir etti. Kendisine teşekkür ediyorum. Uzun bir yolculuktan sonra Silivri Cezaevi'ne geldik ve Ergenekon davasını izlemek üzere içeriye girerek yerlerimize oturduk. İçlerinde Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, 112 Acil elemanları eşliğinde tekerlekli sandalye ile oksijen maskesi ve kolunda serum takılı vaziyette Jandarma İstihbarat Albayı Arif Doğan, Prof. Yalçın Küçük, eski ATO Başkanı Sinan Aygün ve Erol Mütercimler'in de bulunduğu Ergenekon davası tutukluları Jandarma nezaretinde salona getirildiler. Karşıdaki yüksek kürsüde hakim-savcı cüppeleriyle 3 kişi oturuyordu. Önce Mustafa Balbay'a sordular. Balbay elinde mikrofonla, 'Bana ister idam verin, ister müebbet verin. Ama ben, demokrasi olan bir ülkede hangi suçtan yattığımı öğrenmek istiyorum' diyerek isyan ediyordu. Çünkü henüz ikibuçuk yaşındaki yeni doğmuş çocuğunu bile görememişti. Sonuç; tutukluluğunun devamı ve suçsuz yatırılan koskoca bir 5 yıl… Sıra Tuncay Özkan'a geldiğinde, O da mikrofon elinde, 'Ben bir partinin genel başkanıyım. Demokratik bir ülkede özgürce siyaset yapmak istiyorum. Hangi suçtan buradayım, bana suçumu söyleyin' diyerek isyan ediyordu. Sonuç; tutukluluğunun devamı…. Sıra; 112 acil ekibiyle tekerlekli sandalyede oksijen maskesi ve kolunda serum takılı vaziyette getirilen Jandarma İstihbarat Albayı Arif Doğan'a geldiğinde gözyaşlarımızı tutamadık. Albay Doğan, bir elinde mikrofon diğer eliyle de oksijen maskesini aralayarak, 'Ben Jandarma İstihbarat Albayıyım. Ömrümün 20 yılı dağda teröristlerin peşinde geçti. Vücudumda kurşun yaraları var. Dağda benim askerimi ağaca bağlayıp yarı beline kadar yakmışlar. Ben onun kanını yerde bırakmamak için and içtim. Bunun için PKK ile yıllarca mücadele ettim' diyerek isyan ediyordu. Sonuç; hastalıktan kurtulamayarak bir müddet sonra vefat etti ve 11 yıl sonra aklandı. Allah rahmet eylesin.

Sinop'tan bu hafta da bu kadar… Hoşça kalın, dostça kalın… [email protected]