Bu 24 Nisan Ermeni tehcirinin 104 ncü seneyi devriyesi olacak. Her yıl 24 Nisan yaklaşırken batıda birçok ülke parlamentosundan sözde 'Ermeni Soykırımı' kararları geliyor. Ermeni diasporası her 24 Nisan'da ABD Başkanının açıklamasına kilitleniyor. Obama Ermenice büyük feleket anlamına gelen 'Metz Yeghen' tabirini kullanmıştı. Bakalım Trump nasıl adlandıracak. Tehcirde özellikle Doğu Anadolu'dan ABD'ye önemli miktarda göç olduğundan ABD'de ciddi bir Ermeni diasporası mevcut. Bu yıl İtalya parlamentosuna hükümetin resmen soykırımı tanıması önergesi verildi. Macron 24 Nisan'ı 'Ermeni Soykırımını' anma günü ilan edeceklerini açıkladı.

Ermeni meselesi ile ilgili yazılacak çok şey var fakat her şeyden önce Atatürk'ün Ermeni sorunu ve sözde soykırım üzerine nasıl yaklaştığını bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Atatürk'ün yazdıklarını ve söylediklerini incelediğimizde karşımıza çok şaşırtıcı zengin bir bilgi ve yorum çıkıyor. Atatürk'ün Nutkunda okuduklarımızla;

- Ermeni sorununun neden çıktığını, siyasi amacın ne olduğunu,

- Siyasi amacın gerçekleştirilmesi için sözde ''Ermeni soykırımı'' safsatasının nasıl yaratıldığını ve kullanıldığını,

- Kurtuluş Savaşı döneminde Ermeni yayılmacılığına karşı nasıl mücadele verildiğini,

- Atatürk'ün bu sorunu nasıl çözdüğünü, mücadele metotlarını ve konuyla ilgili yorumlarını görüyoruz. İşte Nutuk'tan konu ile ilgili bazı bölümler:

'İstanbul'daki yönetim merkezinden verilmiş olan bu direktife uygun olarak Erzurum şubesi, Doğu illerinde Türk'ün haklarını korumakla birlikte, Ermeni göçü sırasında görülen kötü davranışlarla halkın hiçbir ilgisi bulunmadığını, Ermeni mallarının Rus istilasına kadar korunduğunu, buna karşılık Müslümanlara pek gaddarca davranıldığını; hatta verilen emre aykırı olarak, göçten alıkonan bazı Ermenilerin koruyucularına karşı yaptıkları kötülükleri, güvenilir belgelerle medeniyet dünyasına duyurmaya ve Doğu illerine dikilmiş olan hırs yüklü bakışları hükümsüz bırakacak çalışmalar yapmaya karar veriyor.' (s. 3)

'...tebligatta, padişahlık başkentinin Osmanlı Devleti'nde bırakıldığı bildirilmiş; fakat bununla birlikte, Ermeni katliamının durdurulması ve Yunanlılarla bütün İtilaf Devletleri'nin kuvvetlerine karşı olan tutumumuzun değiştirilmesi istenmiş; aksi takdirde, barış şartlarının değiştirilmesinin muhtemel bulunduğu da ayrıca ifade edilmiştir' denilmekte ve bazı hususlar, özellikle 'şikayete yol açacak en küçük olaylara bile meydan bırakılmaması' tavsiye edilmekteydi.

Efendiler, bu sözlü vaadin arkasındaki anlam ve maksat ne olabilirdi? İtilaf Devletleri Kuva-yi Milliye'nin işgal bölgelerinde, işgal kuvvetlerine karşı kurduğu cepheleri bozdurmaya ve açtığı savaşları, giriştiği hareketleri durdurmaya, İstanbul Hükümeti'nin gücünün yetmeyeceğini çok iyi anladıklarından, Yunanlılar da dahil olmak üzere, İtilaf Devletlerine karşı yapılan saldırının önlenememiş ve aslı olmayan Ermeni katliamına son verilmemiş olduğu bahanesiyle İstanbul'u da mı işgal etmek niyetindeydiler? Daha sonraki olaylar, bu son tahminin doğru olduğunu göstermiştir, sanırım.

Şüphe etmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler gördükleri koruyuculuktan cüret alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler.

'Maraş'taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetler ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı.

Canlarının ve bağımsızlarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etmek politikası, medeni insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi?' (s. 260,261) ...

Mustafa Kemal'in Nutuk'ta da vurguladığı gibi gerçekler, Ermeni iddialarının hilafınadır. Birinci Dünya Savası sırasında; Osmanlı askeri olarak düşmanlara karşı savaşan veya geri hizmetlerde çalışan Ermenilere karşılık, Ermenilerin önemli bir kısmı düşman kuvvetlerinin yanında Türklere karşı savaşmıştır. Cephe gerisinde de komitaci Ermeniler kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın katliamlara girişmişler, yüz binlerce Müslüman'ın hayatına kastederek Doğu Anadolu'yu bir harabe haline çevirmişlerdir. Devletin bunları yatıştırmak ve durdurmak için aldığı tedbirler istismar edilmiş ve dış devletlerin tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya çalışmışlardır.

Anadolu dışında kurulan Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan'a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Kara Haç Cemiyeti gibi örgütler, halkı silahlı ayaklanmaya sevk etmişlerdir.

Osmanlı devleti, Birinci Dünya Savaşı içinde, Ermeni isyanının yoğun olduğu Doğu Anadolu'da, bir yandan cephede Rus ordularıyla ve Rusların yanında yer almış olan Ermeni kuvvetleriyle savaşmak zorunda kalmış, diğer yandan da cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan, ordunun ikmal tesislerine ve konvoylarına saldıran Ermeni komitacıları ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Komitacıların dışında özellikle Rus sınırına yakın bölgelerdeki Ermeni halkın da devlete isyan halinde olduğunu görünce, son çareye başvurmuş ve bölgedeki Ermenilerden sadece isyan hareketine karışanları Savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine 'sevk ve iskana', o dönemdeki ifadesiyle 'tehcir'e tabi tutmuştur. Ermenistan ile bir takım siyasi ve ekonomik çıkarlar için Ermenileri kullanan bazı devletler, yer değiştirme uygulamasını ve 24 Nisandaki tutuklamaları bir 'soykırım' gibi göstermek ve dünya kamuoyunu bu konuda ikna etmek için yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişlerdir.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, 23 Eylül 1991'de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye'ye yönelik "sözde soykırım" iddialarını bir devlet politikası haline getirmiştir. Ermeniler, zulme ve haksızlığa uğramış bir toplum imajı yaratarak, başta ABD ve Fransa olmak üzere belli başlı devletleri ve uluslararası kuruluşları, Ermeni davası lehine çekmeye çalışmaktadırlar.

Ermenistan Parlamentosunca 23 Ağustos 1990'da kabul edilen bildiride; "Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiye'si ve Batı Ermenistan'da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslararası kabul görmesi çabasını destekler" maddesine yer verilmiştir.

Sözde soykırımın tanınmasını hedefleyen girişimler, birçok ülkede yoğunlaşmış, bu ülkelerde ardı ardına soykırım anıtları dikilmiş, hatta bazı ülkelerin okullarında 'sözde soykırım' ders olarak okutulmaya başlanmıştır.

Taşnaksutyun örgütünün gizli lideri Koçaryan, Ermeni Devleti'nin başkanı olduktan sonra '4 T Planı'nın uygulanmasına hız verilmiştir. Nihai hedef, Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğüne yöneliktir ve onu parçalamayı öngörmektedir.

Tarihte olduğu gibi günümüzde de Ermeni toplumu üzerinden siyasi ve ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler bulunmaktadır. Bazı ülkelerde Türkleri ve Türkiye'yi sözde soykırımla suçlayan anıtlar dikilmekte, bazı ülkelerde sözde soykırımı tanımaya yönelik kararlar parlamento gündemlerine getirilmekte, hatta kimi ülke parlamentolarında kabul edilmektedir. Gerçekte tarihçilere bırakılması gereken bu konular, siyasetçilerin elinde çıkar aracı haline dönüştürülmektedir. Ermeni sorununun ortaya çıkışından bugüne kadar, katliamı ve katletmeyi meslek edinen Ermeni terörünün amacı; tarihi gerçekleri tamamen görmezlikten gelerek, sözde Ermeni soykırımı iddialarını ve Ermenilerin taleplerini dünya kamuoyuna duyurmaktır. Ulaşmak istediği son ise, "Büyük Ermenistan" rüyasıdır. Ermeniler ve destekçileri, Büyük Ermenistan rüyasını gerçekleştirmek amacıyla, Ermenilerin göç ettirilmesini soykırım şeklinde istismar eden 'Dört T Planı'nı uygulamaya koymuşlardır. Bu plan, Ermeni iddialarının dünyaya 'tanıtılması'nı, Türkiye tarafından 'tanınması'nı, Türkiye'den 'tazminat' alınmasını ve nihayet 'Batı Ermenistan' olarak adlandırılan 'toprak' parçasının Türkiye'den koparılmasını amaçlamaktadır. Ermeni sorunu, Osmanlı devletini parçalayarak çıkarlarına ulaşmayı amaçlayan ülkelerce ortaya çıkarılmış, bugün ise isimleri değişmekle birlikte aynı çıkar çevrelerinin Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için sıcak tuttukları temelsiz, yapay ve maksatlı bir sorundur. Bu temelsiz iddia ve iftiralarla çıkar elde edenler, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kendi örf-adetlerini ve dinlerini özgürce yaşayan Ermeni asıllı Türk vatandaşları değil; açlıkla karşı karşıya bulunan Ermenistan topraklarından fiziken ve ruhen çok uzakta bulunan diaspora Ermenileri ve oy avcılığı yaparak halkını boş ve tehlikeli emeller uğruna peşinden sürükleyen fırsatçı politikacılardır. Bu fırsatçıların, tarihi gerçekleri hiçe sayarak tamamen politik ve ekonomik çıkarlar amacıyla Türkiye'ye yaptıkları haksızlıklara son verilmelidir. Tarihi gerçekleri ve haklı davamızı dünya kamuoyuna anlatmak, her Türk vatandaşının, özellikle de devlet idarecilerimiz, bilim adamlarımız ve basın-yayın organlarımızın vazgeçilmez görevidir. Ermeniler ile olan ilişkimizi Atamızdan nasıl teslim aldıysak, yeni nesillere o şekilde teslim etmek boynumuzun borcudur.