Son beş yılda sekiz seçim yaşadık. 2014 yılından beri üç genel, iki mahalli, bir cumhurbaşkanı, bir halk oylaması, bir de İstanbul seçimi yaşadık.

Hatırlayalım:

30 Mart 2014, Mahalli İdareler Seçimi

10 Ağustos 2014, 12. Cumhurbaşkanı Seçimi

7 Haziran 2015, 25. Dönem Milletvekili Seçimi

I Kasım 2015, 26. Dönem Milletvekili Seçimi

16 Nisan 2017, Cumhurbaşkanlığı Sistemi Halk Oylaması (Anayasa Değişikliği)

24 Haziran 2018, Cumhurbaşkanı ve 27. Dönem Milletvekili Seçimi

31 Mart 2019, Mahalli İdareler Seçimi

23 Haziran 2019, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimi. İstanbul başlı başına büyük bir şehir ama bu seçime bundan daha büyük anlam yüklenildi, Türkiye geneli yerel seçime dönüştü.

Halkın kendi yöneticilerini kendisinin seçmesi demokrasinin üstünlüğüdür. Ancak bu seçimler X derneğine dernek başkanı seçmeye benzemiyor. Her seçim ciddi maliyetlere yol açıyor.

Hazineden siyasi partilere ödeme yapılıyor. Adaylar ve siyasi partilerin teşkilatları seçim kampanyaları yürütüyorlar. Hazine yardımı bu kampanyaların ancak küçük bir kısmını karşılayabiliyor. Bu yardımın kat kat üstünde harcamalar yapılıyor. Vatandaşlar seçim kampanyalarına destek vermek amacıyla günlük özel işlerinden feragat ediyorlar.

Bir de her iktidarın kendine göre bir yoğurt yemesi olacağı için iş adamları yatırımlarını seçim sonrasına erteliyorlar. Bürokratlar seçim sonrası olabilecek alternatif düzenlemelere hazırlıklı olmak amacıyla temkinli davranmayı tercih ediyorlar, işleri yavaştan alıyorlar. İktidar karşıtı bazı bürokratlar sıradan işleri bile yavaşlatmaya çalışıyorlar. Herkes hele bir seçim geçsin diyor. Piyasa durgunluğa giriyor. Seçim sonrası işlerin açılacağı beklenirken yeni bir seçim geliyor ve bu kez bu seçimin geçmesi bekleniyor. Bekleme süresi uzadıkça durgunluk devam ediyor. Seçimlerin kampanya süreleri uzadıkça maliyetler, yorgunluklar, kırgınlıklar ve beklentiler artıyor.

Seçimi kazanmak için seçim kampanyaları siyasilerin vaat yarışına dönüşüyor. İş 'kim ne verirse ben ondan fazlasını veririme' kadar varıyor.

Seçim bitiyor ve gündem geçim oluyor. Ülke aynı ülke, millet aynı millet, kaynaklar aynı kaynaklar olduğu için, sihirli bir el değmiş gibi, seçim sonrası her şey birden tabi ki düzelmiyor. İşsizler hemen iş bulamıyor, satışlar ve karlar hemen artmıyor. Yeni yönetim seçim meydanlarında verdiği vaatleri yerine getirmek için şartları zorladıkça hata yapabiliyor ve diğer partilerin daha kötü olduğuna halkı inandırmaya çalışıyor.

İşin bir de o partili bu partili diye ayrıştırıcı yönü var. Partilerin birer araç olduğu, partili olmanın insani ilişkilere zarar vermemesi gerektiği, aynı milletin bir ferdi ve aynı ülkenin bir vatandaşı olunduğu gerçeği unutuluyor, insanlar neredeyse birbirinin düşmanı haline geliyor.

Anılan olumsuzlukları var diye seçimden vazgeçmeyi önerecek değilim. Demokrasi 'bilinen en iyi yönetim' diye tarif ediliyor. Seçim demokrasinin olmazsa olmazıdır. Seçim olmak zorundadır. Hem de hilesiz hurdasız, halkın iradesini en iyi yansıtacak şekilde olmak zorundadır. Ayrıca diğer yönetim biçimlerinin daha büyük sorunları bulunuyor. Dediğim dedik, çaldığım düdük diyen monarşi ve birden çok düdük çalanı olan oligarşi demokrasiye tercih edilecek değildir.

Söylemek istediğim şudur:

  • Sık sık seçim yapmasak,
  • Seçimleri zamanında yapsak,
  • Genel seçimlerle mahalli idareler seçimlerini birleştirsek,
  • Seçim maliyetlerini minimize eden yöntemler geliştirsek,
  • Seçim hilelerini minimize eden yöntemler geliştirsek,
  • Gerçek gündemin seçim değil, geçim olduğu gerçeğini hep canlı tutsak.

Daha iyi olmaz mı?