Yazı dizime bu hafta da devam ediyorum. Son olarak gelecek haftaya üçüncü yazı dizisi ile noktayı koyacağım. Netflix'ten bahsedelim.

Netflix, Ocak 2016'da Türkiye'ye giriş yaptı. O zaman büyük bir heyecan da yarattı. Tabi bu heyecan Türkiye genelinde yaşanan bir heyecan olmadı.

Netflix Türkiye'ye girdiğinde 60 ülkede yayın yapıyordu ve 2015'ten sonra 130 ülkeye daha yayıldı ve Türkiye de onlardan biriydi sadece. Yani Türkiye'ye özel bir hazırlık yapmadı, sadece 'Artık buradan da ulaşılabiliriz' dedi. İddiasız bir şekilde girdi Türkiye pazarına. Şu an 190 ülkede yayın yapıyor ve yayın yapmadığı sadece 4 ülke var: Suriye, Kuzey Kore, Kırım ve Çin. Hatta Çin'e oradaki yerel bazı yapılarla anlaşmalar yaparak sızmaya çalışıyor. Yani bütün dünyada yayın yapan bir oluşumdan söz ediyoruz. Netflix Türkiye'ye girdikten çok kısa bir süre sonra BluTV ve puhutv ile karşılaştık. Yerel içerik üretiminde, özellikle televizyon dizisi üretiminde Netflix'ten çok daha başarılı oldular. Bu şaşırtıcı bir şey değil. Çünkü Türkiye izleyicisinin neye ihtiyacı olduğunu daha iyi biliyor, seyircisini tanıyorlar.

2012'de izleyici paneli değişti aslında. Sansür problemiyle birlikte televizyon dizilerinin de içerikleri çok değişti. Dolayısıyla televizyonda aradığı içeriğe ulaşamayan, televizyondan uzaklaşan bir kitle söz konusu. BluTV ve puhutv bunu çok güzel kullandı. Yabancı dizi izlemeye alışkın bir kitleyi; kısa süreli, daha derli toplu senaryolarla doğru bir içerik politikası geliştirerek kazandı.

Netflix ise Türkiye pazarına özel bir politikayla girmedi. Pazarlama malzemelerini yerelleştirmeye çalıştı. Örneğin, Narcos dizisi yayındayken 'Kolombiya'dan sevgiler' pankartı taşıyan bir tanker geçti boğazdan. Sadece reklam için yapılmış ilginç bir fikirdi. La Casa De Papel karakterleri Galata Kulesi'nde, İstanbul sokaklarında çay içerken, tavla oynarken vs. tanıtım filmi çekildi. Stranger Things dizisi için Saadettin Teksoy kullanıldı. Yani pazarlama malzemeleriyle öncelikle pazara bir giriş yapmaya çalıştı, yerel ünlü figürleri kullandı ve bunlar da haliyle ilgi çekti.

En son Türkiye pazarına yönelik yaptığı Hakan Muhafız filmi ilk sezonunda çok dikkat çekti ve sükse yarattı diyebiliriz. Ancak ikinci sezonunda bu etkinin yaşanmadığını söyleyebilirim. Ama bu durum Netflix platformunun Türkiye pazarına yönelik dizi projelerine önem ve ağırlık vereceğinin göstergesini oluşturuyor.

Sansür durumuna gelince; bu tür platformlarda küfür, argo, şiddet ve cinsellik içeren sahneler ve türler dizi ve filmlerde oluyor. Bu kapsamda RTÜK'ün yetkileri genişletiliyor ve internet yayıncılığını kontrol etme, denetleme yetkisi verecek yasa tasarısı da Mart 2018'de mecliste kabul edilmişti. Uygulamaya ilişkin yönetmelik henüz çıkmadı. Dolayısıyla sonuçları ne olacak bilemiyoruz. Sansürden bir kaçış olduğu için BluTV, puhu TV farklı tip içerikler üretebildi keza Netflix'de bu şekilde yayınlarına devam ediyor. Ama ne olacak bundan sonra? İnternet yayıncılığını denetlemeye ilişkin sorunlarda var. Bu kadar çeşitli sayıda içeriği nasıl kayıt altına alıp bir kurum nasıl denetleyebilir? Bu durumda ayrı bir tartışma konusu. Facebook, Twitter ve YouTube'da şikayet et özelliği ile içerikleri kaldırtma ile ilgili bir durum bu platformlara da aynı şekilde olursa ayrı bir tehlike söz konusu.

Haftaya devam edecek… Takipte kalın!

Serkan Eskalen