Demokrasi, insanoğlunun kendini yönetmesi için şu ana kadar geliştirdiği en iyi yönetim biçimi. Maalesef en iyi olması mükemmel olduğu anlamına gelmiyor. 2000'li yıllar demokrasinin zaaflarını yüzümüze vurmamıza neden olan popülist liderler çağı olarak kayda geçiyor. Şüphesiz geçtiğimiz günlerin sadece Amerika'ya değil tüm dünyaya damgasını vuran olayı, Trump taraftarlarının kongre binası baskını ile işlemekte olan Amerikan başkanlığı devrine müdahalede bulunması idi.
Amerikan iç siyaseti konuşmaya niyetim yok. Ancak çıkarılacak dersleri ve payımıza düşeni konuşabiliriz.

Seçim, şüphesiz demokrasilerin en önemli bileşenlerinden biri. Ancak ya seçimle gelen seçimle gitmek istemezse? Ya birisi çıkıp 'demokrasi bizim için amaç değil, araçtır' derse?. İşte bu noktada demokrasinin olmazsa olmaz diğer unsurları devreye giriyor. Çoğulculuk, sağlıklı işleyen bağımsız kurumlar, güçler ayrılığı. Kısacası demokrasi ile başa gelmiş olanın demokrasiye zarar vermesini bağımsız ve anayasal kurumların engellemesi. Ancak bunun da kolayı var, o da bu kurullara siyasetin atama yapmasıdır. Bir ağacın köklerinin kesilmesi gibi, kurulların bağımsızlıklarını yitirmesi bir demokrasinin cinayetidir. Amerika'da böyle olmadı elbet. Popülist Trump'a rağmen Amerikan kurumları ve basın sapasağlam ayaktaydı.

Popülizmin yakın geçmişimizdeki bir diğer abidesi İtalyan Berlusconi'de İtalyan demokrasisine büyük zararlar verdi. Kanunları, kuraları kendi çıkarı için değiştirdi. Buna rağmen meşhur İtalyan savcılar devredeydi. Kurumlar bir şekilde çalışıyordu. Ve sonuçta seçimi kaybettiğinde Berlusconi, nazik biçimde görevi devretti. Maalesef popülizm demokrasinin önünde duran en büyük engel. Çünkü popülizm, 'seçim' yapacak olan kitlenin seçim yapmasını imkansız hale getiren psikolojik yöntemler kullanmakta. Bu yöntemler ülke siyasetini polarizasyon boyutunda bölüyor. Tüm dünyada biliniyor ki gerilim siyaseti her zaman popülist liderlerin oyunu artırıyor.
Ancak popülist politikalar seçim yapacak kitlelerin sadece fikir ayrılığını derinleştirmekle kalmıyor aynı zamanda farklı bir gerçeklik yaşamalarına neden oluyor. Kısacası demokrasinin temel taşı olan seçmenin nesnel ve objektif verilere bakarak sadece seçim yapma hakkı elinden alınmış olmuyor aynı zamanda bir iç çatışma boyutlarına gelebilecek öfke, kin ve nefret toplum katmanları içine pompalanmış oluyor.

Demokrasiyle gelenin demokrasiyi ortadan kaldırmasının en tipik örneği olan 2. dünya savaşı öncesi Almanyası ve dünyaya verdiği tahribat, anayasa mahkemesi gibi kurumların önemini ortaya koymuştu. Ancak her şeye rağmen popülist liderler bu popülizm çağında dünya demokrasisine zarar vermenin bir yolunu bulmaya devam ediyor. Önümüzdeki on yıllar, şüphesiz günümüzde yaşadığımız deneyimler ışığında 'kendini koruyan demokrasi' kavramının güçlendirilmiş doktrinlerinin geliştireceği yıllar olacak. Peki Türkiye'deki durum mu? Bu yeni bir yazı değil, yeni bir tez konusu.