Yağmurun verdiği huzuru.
O yağmurun sesiyle uyanabilmeyi.  
Bazen de çılgınca sırılsıklam olmayı.  
İlginçtir; arabanın sileceklerini çalıştırmayı bile.
Vallahi bugünlerde öylesine özledik ki.
Ya onunla doygunluğa ulaşan topraklar.
Bahar aylarına az kaldı, halen kışlıklar dolaplarda.
Merak ve heyecanla beklenen beyaz örtü ise hayallerde.     
Gerçekten alışık olmadığımız günlerden geçiyoruz.
Geçende baktım çim sahamızdaki toprak zemin çatlamış.
Görünün o ki gidiş hiç de hayra alamet değil.  
Ekranlarda barajlardaki doluluk oranları, göletlerde su çekilmesi.
Ve uzmanlardan acilen alınması gerekli öneriler.
Gündemde küresel ısınma, iklim değişiklikleri, kuraklık.
Tehlike çanları sesini artırarak çalıyor.
Geçtiğimiz hafta Atakum sahiline inelim dedik.
Sosyal mesafenin sorun olmayacağını düşünmüştük.
Aman Allah'ım sahil adeta insan seli, sanki bizden başka herkes dışarıda.
Aralık değil de Temmuz ayında gibiyiz.   
Çocuklu aileler, hayvanlarını gezdirenler, kumsalda piknik yapanlar.
Sandalyelerinde Karadeniz'i karşılarına alıp keyfe dalanlar. 
Kimileri spor yapıyor, kimileri kuma oturmuş sohbette?
Martıları doyurma yarışında insanların görüntüleri.
Denize girenler olsa mevsimler yer değiştirdi diyeceğiz. Gerçi Antalya sahillerinden gelen haberler o eksiği tamamlamıyor değil.   
Maskeye kısa süre yerel alanda elveda diyerek özgürlüğü yaşamayı düşünürken, bir baktık sosyal mesafeyi korumada özen isteyen trafik.
 Lapa lapa kar beklerken sahilden böyle manzaralar.
Sevinsek mi, neşelensek mi, yoksa şöyle bir düşünsek mi?
Doğa, Acil Eylem Planınız nerede diyordu.
Hatta 'Salgında beni unuttunuz. Bunun faturasını gün gelir önünüze çıkartırım' diye haykırıyordu adeta.
Hep büyüklerden 'Kışın haftalarca şehre inemez, evin boyunu aşan karı kürekle temizleyerek çıkardık' sözlerini dinlemişizdir.  
Düşünün evimizde üç gün suyun akmayacağını.
Derler ya 'Mevsim mevsimliğini yapmalı' diye.
Ufukta gözüken çeşmedeki tısssss seslerine doğru.
 Kapıyı Çalan Tehlikenin farkında mıyız?