Bahara girerken hedef belliydi.

                Yine doğa ama özellikle zirveler...

                Sosyal mesafe açısından zirveler zaten biçilmiş kaftan.

                Neyse; tedbirlere harfiyen uymak kaydıyla çıktık Samsun'dan.  
                İnsanlardan uzak, yayladan yaylaya geçerken, ömrünün son demlerini yaşamasına rağmen, Allah'ın bir lütfu tanışmamıza vesile olan Hafize Teyzem.
                Milletimizin asil tavrından asla ödün vermediğini bir kez daha göstermişti bize.  
                Açık ve güneşli havada biz değil o bizi fark etmişti. 
                Bir asra yakın ömür tüketen teyzem.
                Senin duygularını hiç böyle tahmin edemezdik ki.   
                İnsancıllık, misafirperverlik ancak bu kadar olurdu.   
                Bize hiçbir yakınlığın yokken, ömründe bizleri hiç görmemişken...  
                Senin, 'Dağlarda gezinen bana bir selam vermeli' duruşun var ya.
                Bizi mekânına davet etmek için kendinle yaptığın savaş var ya.
                Bedeninle 'Sizleri misafir etmek istiyorum' çırpınışın var ya. 
                Gerçekten çok ama çok duygulandırdı bizi.
                Duruşun yalnızlığa itiraz, bir isyan gibiydi.  
                Senin manevi doygunluğun o kadar zenginmiş ki...
                'Ne olur buraya uğramadan geçmeyin' yaklaşımın öylesine anlamlıydı ki.
                'Bir bardak ayranım, çayım, hatta kahvem size nasip olsun' sözlerin onurlandırdı bizi.
                Sen bu toprakların bağrında yetişen nadide insanlardan birisin.
                Sen insanı bağrına basan Anadolu'nun ta kendisisin.   
                Dedim ya, kısıtlamaların gevşetilmesiyle kendimizi Ordu'nun zirvelerine atmıştık.
                Yaylalar daha kar kütlelerini henüz eritememiş, henüz koyun kuzu sürülerini bağrına basmaya hazırlanırken, bir anda kendimizi teyzemizin yayladaki evinin önünde bulduk.
                O davetkâr çırpınışlarına duyarsız kalmamız.
                O sevimli yaklaşımını karşılıksız bırakmamız mümkün değildi.  
                Ne o bizleri, ne biz onu tanıyorduk.
                'Kimsiniz, nereden gelir nereye gidersiniz?' sorusuyla önce karşıladı bizi.       
                Koyunları için her yaz Ulubey'den yaylaya göçen teyzem.  
                'Eşim şimdi hayvanların başında çobanlık yapıyor, bende akşam onun dönüşünü bekliyorum' dedi. 
                İkram isteğine teşekkür ederek 'Zahmet etme teyzem' dedik.
                'O zaman ev sizin, girin kendiniz çay demleyin, ayran yapın' deyince.
                'Söz teyzem şu pandemi bir bitsin senin evine yatılı misafir olarak bile geleceğiz' dedim.
                Hiç tanımadığına insan bu denli tavizkâr olabilir mi?
                Üstelik dağ başında kimselerin olmadığı bir yerde.
                Seksen yaşına merdiven dayayan teyzemin dinçliğine diyecek yoktu.  
                Ama davet kârlığı, yakınlığı, sözlerindeki samimiyeti?
                Eski toprak, asaletiyle gelip geçene moral veren.  
                'Yaylanın Gülü Teyzem.'
                Allah sana sağlıklı uzun ömürler versin.