Çok da geride kalmayan eski zamanlarda gazeteciliğin olmazsa olmazı 'basın ahlak yasasının' yanında bir de haberciliğin olmazsa olmazı '5 N 1 K' kuralı vardı; her ikisini de unuttuk. Hayır; sadece biz yazılı ve görsel basın mensupları ve haberciler unutmadık; siz sevgili okuyucular ve seyirciler, sizler de unuttunuz. Unutmasaydınız eğer, bizim haber kaynağına sormadığımız(soramadığımız) soruları, siz bize sorardınız.

Kısaca 'ne, nerede, ne zaman, niçin ve nasıl olmuş' ile 'kim yapmış' sorularının baş harflerinin kısaltılmasıdır '5 N 1 K' kuralı. Yazdığı haber bu altı soruyu barındırmayan muhabiri ya kovarlardı ustalar ya da adamakıllı giydirirlerdi hem de tepeden tırnağa. Önce Basın Ahlak Yasası'nın ilkelerini terk ettik 'bağımsız basın' yerine ikame olan 'besleme basın' ile birlikte. Ardından da haberin ana unsurlarını araştırmayı ve okuyucuya dört başı mamur haber sunmayı.

Kimi haberlerde '1 K' kuralı ıskalanıyor, kimilerinde de '5 N' kuralı. 'Öne sürüldü', 'iddia edildi' gibi kaynağı belirsiz ya da 'ne zaman, nasıl ve niçin' sorularının sorulmadığı, onun için de suya tirit demeç olmaktan öte gitmeyen ve her ikisi de aynı hedefe yani 'algı operasyonuna hizmet eden' haberler işgal ediyor yazılı ve görsel basını. Haber kaynağı mı sorulmasına izin vermiyor yoksa biz mi akıl etmiyoruz ya da üşeniyoruz da onun için mi sormuyoruz? Sebep ne olursa olsun, haber 'haber' olmaktan çıkıyor, tek yanlı bir algı operasyonuna dönüşüyor.

Adam siyasetçi, yerel yönetici, üst düzey bürokrat ya da meslek odası veya sivil toplum örgütü temsilcisi olsun fark etmiyor, ya doğrudan bize konuşuyor ya da basın danışmanları, elemanları vasıtasıyla gönderiyor ve biz 'ne zaman, nasıl ve niçin' sorularını sormadan ya da soramadan haber yazıyoruz! 'Eskiden olsa kovalar ya da bir güzel giydirirler' demiştim ya yukarıda, yalan değil, birincide olmazsa ikincide hadi biraz daha hoşgörülü bir müdüre düştük diyelim üçüncüde kesinlikle kapı dışarı edilirdik, şimdilerde baş tacı ediliyoruz.

Birisi 'kuzeyden güneye hızlı trenle' bağlıyor bizi kimisi 'bilmem hangi ecdadının kurduğu hayalle!' Kimse de sormuyor 'ne zaman' diye. Birisi sorsa gerçek bütün çıplaklığıyla çıkacak ortaya. Çıkacak ve herkes anlayacak ki öyle üç beş yılın değil, belki on belki de on beş yirmi yıl sonranın hayalidir bugünden seslendirilen. Belki de hiç olmayacak, üzerine biraz akıllıca gidilse vazgeçilecek bir hayal ya da yanlış proje; tıpkı Gelemen, tıpkı Terme, tıpkı Dereköy tersaneleri gibi.

'Samsun-Ankara Hızlı Tren' bazılarına göre de 'yüksek hızlı tren' diye bir proje söylemi vardır yıllardır bu kentin siyasetçilerinin, bürokratlarının ağzında. Güzel bir proje ama henüz fizibilite etüt safhasında, yapılıp yapılmayacağı o etütten sonra netlik kazanacak, ne zaman yapılacağı ise çok daha sonranın işi. En son Suat Kılıç'ın dilinin pelesengiydi 2011 seçimlerinde. Sonra hem Sayın Kılıç hem de proje uzun bir süre unutuldu. Sayın Kılıç, uzletinde dinlenmeye devam ediyor ama proje şu günlerde yine dillerde üstelik ortada bir seçim de yokken. Hem güzergahı değişmiş olarak hem de ikinci bir Samsun'u Mersin'e bağlayan ikinci bir projeyle birlikte.

Olmaz mı bunlar, olur elbet, olacak da. Sorun olup olmamalarında değil, sorun ne zaman olacaklarında. Ben mesleğe genç bir muhabir olarak adım attığım 1970'de yazıyordum Artvin'i Sinop üzerinden İstanbul'a bağlayacak Karadeniz Sahil Yolu projesini, bir kısmını tam otuz küsur yıl sonra görmek kısmet oldu, kalan kısmını görmek kısmet olacak mı olmayacak mı Allah bilir. 'Ne zaman' olacağını sormadan 'müjde vermek' gazetecinin işi değil, gazetecinin işi muhatabı kim olursa olsun, haberin ana unsuru olan kısaca '5 N' diye tanımlanan 'ne, nerede, ne zaman, nasıl ve neden' sorularına cevap aramak ve okuyucuya tüm bu sorulara cevap veren bir haber vermektir.

Biz mi unuttuk yoksa kurallar mı bizi terk etti? Cevabı aranması gereken asıl soru da bu olsa gerek. Sahi, şu Samsun-Ankara Hızlı Treni ne zaman hizmete girecek? Kesin bir tarih verebilecek birisi var mı?