Bana göre AK Parti’ye ve aynı zamanda Türkiye’ye en büyük zararı iki
politika vermiştir. Birisi Beşir Atalay’ın başlattığı ve önce yalnız
başına bir süreden beri de Yalçın Akdoğan’la birlikte yürüttüğü
“açılım” ya da “çözüm” süreci diğeri de Ahmet Davutoğlu’nun ortaya
attığı ve uyguladığı daha doğrusu uygulayamadığı dış politikadır.
Aslında başka bir ülkede olsa her iki politikanın mimarı ve alt
kadrolarının siyaseten tasfiyesine sebep olacak iki uygulamanın iki
mimarı, bize has bir garabetle terfi etmişlerdir. Beşir Atalay, içişleri
bakanlığından başbakan yardımcılığına atanırken Ahmet Davutoğlu da
danışmanlıktan bakanlığa, bakanlıktan da parti genel başkanlığı ve
başbakanlığa yükselmiştir.
Kürt açılımı, demokrasi açılımı ve çözüm süreci gibi değişik isimlerle
anılan ve galiba yakında adının bir kere daha değişmesi gündeme
gelecek olan ve en doğru ifadeyle “Kürt açılımı” diye tanımlanacak
olan süreç, ülke içindeki eli silahlı çetelerin tasfiyesini değil
ülkenin bir bölümündeki devlet egemenliğinin tasfiyesini, en azından
zayıflatılmasını getirdi. Bir iki ay içinde silahlarıyla birlikte ülke
sınırları dışına çıkacağı sanılan ve halka da öyle ifade edilen
çeteler, tam tersine bir güzergah izlemişler, dağlardan yurtdışına
çıkmak yerine kent merkezilerine inmişlerdir. Dağ başlarında sığınak
derdindeki eşkıya, kent merkezlerinde alan hakimiyeti elde etmiştir.
Dün muhalefeti bölge dışına iten silahlı güç, artık iktidar partisini
bölgeden tasfiye aşamasına gelmiştir. Bundan sonra yapılacak ilk
seçimde AK Parti de bölgeden diğer Türk partileri gibi tasfiye
edilecektir. Ne yazık ki düne kadar bu milletin ayrılmaz unsurları
olan bölge insanlarının kafasında ve gönlünde yeni bir milletin ve
devletin mensubiyeti şuuru uyandırılmış, bir halktan bir millet
yaratılmıştır. Şimdi sırada bir ulus devlet inşası vardır.
Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun dikte ettiği “stratejik derinlikli dış
politika” da Ortadoğu’nun ve Kuzey Afrika’nın çöllerinde
kaybolmuştur. Ermenistan açılımı fiyaskoyla sonuçlanmış, Kuzey
Irak’taki çizgilerimiz ABD askerlerinin, Barzani ve Kandil çetelerinin
ayakları altında silinmiştir. Kuzey Irak’ta bir devlet vardır ve sıra
Suriye’ye gelmiştir. Bizim “üç haftaya kadar Muaviye Camii’nde cuma
namazı kılmak” hayaliyle benzin sıktığımız Suriye ateşi, şimdi bizi
yakmaktadır. Güneyimizde oluşacak ikinci bir devlet gün saymaktadır.
Uygulanan dış politikanın en vahim tarafı da bunların hepsinin sadece
ve sadece İsrail’in yararına sonuçlar vermesidir. Çevresi, tarihi ve
dini Arap düşmanlığı ile kuşatılmış coğrafi olarak küçük lobi ve silah
gücü olarak kudretli İsrail’e “dost olmaya mecbur ve mahkum” fakir
ama kalabalık yeni bir devlet, Büyük Kürdistan inşa ediliyor. Hem de
amansız bir siyonizm düşmanı olduğu iddiasındaki kadroların yanlış
politikaları desteğinde.
AK Parti’nin grafiğindeki düşüşte bu iki politikanın payı, diğer tüm
hatalardan çok daha fazladır. Yapılacak erken ve zamanında bir seçimde
AK Parti hala kendi hanesinde bulunan bölgedeki Kürt oylarının
tamamına yakınını kaybederse sürpriz olmaz. HDP’nin yükselişinde bir
kısım CHP’lilerin yaptığı seçim mühendisliğinden ve marjinal Türk
solunun rota değiştirmesinden çok AKP’deki Kürt oylarının HDP’ye
yönelmesinin ya da bölgedeki silahlı çetelerin oylara o yönde
müdahalesinin rolü vardır. Bundan sonraki ilk seçimde de HDP lehine en
büyük kaymanın AKP’de olması kaçınılmazdır. Türkiye’de marjinal solun
sayısı bellidir, CHP’de gidecek fazlaca kimse kalmamıştır ama bölgede
ve bölge dışında AK Parti’de hala çok sayıda Kürt oyu vardır.
AK Parti’nin bir an önce Beşir Atalay ve Ahmet Davutoğlu’nun mimarları
oldukları bu iki politikayı gözden geçirmesinde hem ülkenin hem de
kendisinin yararı vardır.