Ben onun ilk yazısını yetmişli yılların ikinci yarısında okudum. Siyasetin tam göbeğindeyim. Ve de namlunun ucunda. Üç silahtan çıkan kurşunlardan kimisi sağdan, kimisi soldan geçecek birinin çekirdeği de ceketimin cebinden çıkacaktı. Yaşıyor olmamın fizik açıklaması yoktur, ancak metafizikle açıklanır. Her neyse, derdim, kendimi anlatmak değil Türk şiirinin büyük şairiyle şiirde değil ama şiir tadında nesirleriyle ilk karşılaşmama bir girizgah yapmaktır.

Benim mensup olduğum camiaya aykırı bir isimdi o. Artık çok eskimiş ama o günlerde pek moda tabirle biz kendimizi sağda konumlardık, o ise soldaydı. Aykırı konumlardaydık ama ortak sevdamız dilimiz Türkçe idi. O Türkçenin ustası, bense yeni yetme bir meraklısıydım. O kendi yolunu bulmuş, yok hayır, kendi yolunu kendi açmış ve arkasına birçok yoldaşını takmış kendi yolunda yürüyen bir önder. Bense Hüseyin Nihal Atsız'ın ve Alparslan Türkeş'in aydınlattığı yolda büyük bir heyecanla koşan genç idealist. Ortak değerimizin benim tanımımla milliyetçilik onun ifadesiyle ulusalcılık ve Mustafa Kemal'in 'hakimiyet-i milliye ve istiklal-i tam' düsturu olduğunu kitaplarını okuduktan ve hele de kendisini şahsen tanımak şansına erdikten çok sonra fark edecektim.

Siyasetin insanı tüketen dilinden bunaldıkça, şiirin koynuna atarım kendimi. Ve şiirin koynunda yeniden doğarım kısa bir süre sonra yaşamaktan bıkacağım siyaset, para ve çıkar kavgasının kirli ve karanlık dünyasına. Dün de öyle yaptım ve Attila İlhan'ın şiir dünyasına attım kendimi.

Sisler Bulvarı'nda bir Anadolu anlatır Attila İlhan: 'Gazi Anadolum/ Gaziler gibi yaralıdır büyüktür/ Her köşesi bir çare bekler kendi derdine/Karnında sıtma göğsünde verem gözlerinde trahom/Saz benizli köylülerimiz yaprak yaprak dökülür,/Yol bulunmaz iz bulunmaz köylerine…' kelimesi kelimesine gerçektir bu şiirde dile gelenler Milli Mücadele sonrası Anadolu'sunda. Yeni yetmeler ne bilsin verem savaş dispanserlerini, ne bilsin sıtma savaş dispanserlerini. Ve de Güneydoğu'da üç milyon trahomlu olduğunu, ol sebepledir ki Adıyaman'a 'körler ülkesi' dendiğini.

Onuncu yıl marşı işte öyle hastalıklı 12-13 milyonluk bir Türkiye'den 15 milyonluk ve birçok hastalığı yenmiş bir Türkiye'ye giden yolda yazılmış, bestelenmiş ve gururla söylenmiştir. Yapılanla yetinilmemiş, daha yüksek hedefler için 'Türke durmak yaraşmaz/ Türk önde Türk ileri' denilmiştir.

Şimdilerde birileri Atatürk'ün adını Anayasa'dan çıkarmaya çalışırken, birileri de Onuncu Yıl Marşı'nı yasaklıyor aklınca. Nesi rahatsız ediyor Onuncu Yıl Marşı'nın o birilerini. Türklük vurgusu mu yoksa 'Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan' mısraı mı? Türk bu milletin adı. Türk bu milletin unsur-u aslisi, Türk bu devletin kurucu iradesi ve Atatürk bu kurtuluş ve kuruluşun başkomutanı. Sen kimsin ki Çakmakların, Karabekirler, Orbayların, Cebesoyların, İnönülerin, Bayarların kabul etiği başkomutanı inkar edesin! Sahi söyle sen kimsin?

Uyanma vaktidir, anayasadan Atatürk adının çıkarılması girişimi bir denemedir, asıl hedef Türk adıdır. Türk adının Türk anayasasından çıkarılmasıdır. Sen Türk milletinin asil evladı, sen, adının kendi kurduğun devletin anayasasından çıkarılmasına razı mısın? Bu devleti sen kurdun, bu devlete Türk adını sen verdin. Senin eserinden senin adını sildirecek misin?