Dışarıda pırıl pırıl bir güneş, erkenci ağaçlar çiçek açmış, belli
bahar geliyor, gönlüme gelmese de. Kaç yıldır gönlüm bahara kapalı.
Kaç yıldır karakışa esir. Onda umut çiçekleri kuruyalı çok oldu,
açmıyor bir türlü ve artık açacağı da yok.
Umutlarla geliyordu bir zamanlar baharlar gönlüme. Umutlar, gök
mavisi, bayrak kırmızısı ve süt beyazı umutlar. Irmaklar gibi coşkun,
ırmaklar gibi her bendi çiğner geçer umutlar. Gökyüzünde kuşlar gibi
kanatlı umutlar. Ve bayrakça özgür, bayrakça kutsal, bayrakça güzel
umutlar. Milletten yana, devletten yana, ümmetten yana umutlar.
Kızılelma peşinde her gün yeni bir iman ve inançla yeniden doğan
umutlar.
Gönlüm kabul etmese de ve her geçen gün yaşlılığı biraz daha ileriye
atsa da yaşlanıyorum. Ama gönlüme baharın gelmeyişi yaşla ilgili
değil, umutların birer birer tükenmesi daha da önemli bu karakış
ayazının sürmesinde. Biz hayallerin çocuklarıydık. Kimimiz millet
adına, kimimiz ümmet adına kimiz de isçi sınıfı adına sınır tanımaz
hayaller büyüttük, hayallerimizle büyüdük. Ve hayallerimiz uğruna
öldük.
Biz hayallerimiz uğruna yaşamayı bilmedik ve biz hayallerimizle
yaşayamadık. N güzel olurdu o hayallerle ve hele de o hayallerin
hakikat olduğu bir dünyada yaşamak. Bilmedik, bilmediğimiz için de
beceremedik, hatta istemedik bile.
Hüznüm; harcanan ömre ve baharların gelmeyişine değil, umut
çiçeklerinin açmayışına, açamayışınadır. Kan kırmızısı, bayrak kızılı,
gök mavisi, süt beyazı, alın akı çiçekler. Sevgi çiçekleri, umut
çiçekleri, sevda çiçekleri, açmayan, açamayan ve galiba bir daha
açmayacak olan çiçekler. Hüznüm, sizden yanadır ve bunca ömrün tek
hasılası ne yazık ki bir büyük hüzündür.