Her gün yeni bir gündemle uyanıyoruz, kahvede, bahçe, büroda, dairede veya evimizde tartışacağımız bir konu oluşturuyoruz veya oluşturuluyor. Bazıları buna toplum mühendisliği, bazıları da her şeye maydonez olma alışkanlığı diyor. Sonuçta ana konularımızdan uzaklaşıyor, asıl bizi bekleyen tehlike ve tehditlerden uzak bir gündem yaşıyoruz. Kısaca Dünya, inovasyonu, uzayda yaşamı, insanoğlunu bekleyen tehlikeleri, teknoloji ve 21. Yüzyılı tartışıyor, biz ise 100 sene öncesinin mantığı ile seçimleri, toplumsal cinnetin oluşturduğu travmaları, sosyal medya fenomenlerini, kolumuzdaki dövmeyi, burnumuzda ki hızmayı, kısaca dini ritüellerimizi tartışıyoruz.

Dünyada her gün 6000 çocuk, susuzluk ve açlıktan ölürken, biz suyu bilmeyenlerin yönettiği su politikaları, tarımı bilmeyenlerin oluşturduğu tarım politikaları ile oyalanıyoruz. Bundan 30-40 yıl önce su kaynakları ile övünen, kendi kendine yeten tarım ülkesiyiz iddiaları ile büyürken, bugün su fakirliği sınırında olan bir ülke, tarım ve tarımsal üretimde büyük oranda dışa bağımlı bir tarım politikasını tartışıyoruz. Değil 80 milyonu, 380 milyonu bakabilecek potansiyeli olan bir ülkede pek çok ürünü ithal ediyorsak, kurban bayramı arifesinde et fiyatlarını ithalatla kontrol altında tutmaya çalışıyorsak, soğan ve patatesi yetiştiremiyor ve ihraç edemiyorsak bizim şapkamızı önümüze koyma zamanı çoktan geçmiş demektir. Mühendislik eğitimimizden, tarım politikalarına, mevcut tarım teşkilatlarımızdan, teşkilatların yetki, sorumluluk ve yaptırımına kadar tartışılması ve çözümlenmesi gereken çok konu var demektir.

Klavyenin başına geçtiğimde nereden başlayayım diye çok düşündüm. Tarımda Milli Birlik projesi ismi ile tartışılmaya başlayan, bize tamamen yabancı bir sistemden mi, Ziraat Fakültelerinin içine düştüğü kısır döngüden mi, yoksa susuzluk ve kuraklıktan mı, her gün terk edilen tarımsal üretimden mi, çiftçinin düştüğü durum ve mağduriyetlerden mi. Bu kadar büyük problemlerin arasında hepimize en kolay gelen herhalde bize dayatılan suni gündemi tartışmak. Mahallede, kahvede veya cami avlusunda başkan seçmek, ülke yönetmek daha kolay, bu konularda hepimiz çok bilgili ve uzmanız. Sosyal medyada iftira kampanyaları, bilgi kirlilikleri almış başını gidiyor.

Bu gün bir sosyal medya paylaşımında kendisine göre doğru olduğuna inandığı bir bilgiyi paylaşan bir aydınımızın yazısının altındaki yorumları inceleme yanlışında bulundum. Yorum yapanların %95 'i farklı düşünüyor ve bunu gerekçeleri ile yazıyor, yazıyı paylaşan kişide kendine göre doğru ama toplumun çok büyük bir kitlesi tarafından yanlış kabul edilen cevaplara cevap yetiştirmek ve kendine göre gerekçeler uydurmak, kısaca kendini haklı çıkarmakla boğuşuyor. Eminim bu tartışma saatlerce sürecek, ne yazıyı kaleme alan yanlış düşündüğünü kabul edecek, nede yazıyı eleştirenler, eleştirilerinden vazgeçecek.

Biz bu tartışmalar ile oyalanırken global şirketler bizim tarımımızı da dizayn edecek, uzaya da gidecek, bizde birbirine düşman kamplar oluşturmakla övüneceğiz. Ben her şeyi bilirim, benim fikrim doğru. Ya benim fikrim yanlışsa, olur mu böyle saçma düşünceler nereden kafana sokuluyor, toplum mühendisleri senin beynini yıkamış, benim hocam, benim ağabeylerim, benim imamım, benim liderim böyle söylüyor, senin bilmediğin işler var, onlar söylüyorsa bir hikmeti vardır, tartışılır mı? 1950'den 2020'e geçen yaklaşık 70 senede tartıştığımız nokta aldığımız mesafe maalesef bir arpa boyu, aktörler değişiyor, liderler veya cemaatler değişiyor ama tartışma ve tartışılan konular değişmiyor.

Bu kısır sarmalı parçalamanın zamanı gelmedi mi?