MHP'liler iktidarıyla muhalefetiyle bir felakete doğru doludizgin at koşturduklarının farkındalar mı acaba? Bana bu soruyu sorduran etken siyaset sahnesine, 'Türk milletini çağlar üstü bir sıçrayışla medeniyetler aleminin en ön safına geçirmek ' gibi bir büyük iddia ile çıkan ve kendisini 'ideoloji ve kadro partisi' olarak tanımlayan bu partideki tartışmanın düştüğü/düşürüldüğü seviye.

Paralel, yamuk, Truva atı, içimize bırakılmış kozalar, hainler ve daha akla, hayale gelmeyecek, adaba, edebe, akla ve izana aykırı bir sürü suçlama. Tehditler, kimi açık ve üst perdeden, kimileri tam bir serseri jargonu. Ve giderek siyaset sahnesinden uzaklaşıp evin mahremiyetine giren söylemler. Fikirle yenemedikleri insanı eşi üzerinden vurmaya kalkmalar. Ben 'tartışmanın düştüğü seviye demiştim belki de o tanım 'tartışmanın seviyesizliği' olmalıydı.

Hayretle ve dehşetle izliyorum MHP'deki bu tartışmaları. Plan yok, proje yok, program yok. Ne bir vaat ne bir umut ne de bir davet. Böyle mi çıkmıştı Alparslan Türkeş siyaset sahnesine, böyle söverek sayarak mı yoksa yeni bir şeyler söyleyerek, bir büyük proje sunarak, bir umut ve güven vererek mi? O koltuğa aday olanların ve onların çevresini kuşatanların ya da kuşatmaya çalışanların söylemi 'Başbuğ'larının söylemine ne kadar yabancı ve hatta ters! Yazık bağlanan umutlara, yazık harcanan emeklere ve verilen canlara.

Bu seviye ya da daha doğru bir ifadeyle bu seviyesizlik 'Ülkücü ahlaka' yakışmıyor. Giderek tırmanan, sertleşen ve seviye kaybeden bu tartışmaların sonu kardeş kavgasıdır. Bu konuya noktayı Necip Fazıl Kısakürek'in şu dizeleriyle koyacağım: 'Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak/ Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:/ Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,/ Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden…'

ŞU SURİYELİ SIĞINMACILAR

Geçtiğimiz pazar günü Kurtuluş Yolu'na gittim, sonra da Çiftlik'te, İstiklal Caddesi'nde bir akşam turu attım. Kurtuluş Yolu'na gitmekteki maksadım İlkadım Belediyesi'nin açtığı 'Çocuk Kitapları Sergisi'ni gezip görmekti. Gezdim, kitapları, kitap alan, oyun setlerinde eğlenen çocukları gördüm, onlarla birlikte sevindim.

O günde ve o saatte her iki bölgede de çok sayıda Suriyeli sığınmacı gördüm. Üzerinde durmasak ve hatta aklımıza getirmesek de hem bu şehrin hem de bu ülkenin önümüzdeki beş on yıl içinde yaşamak zorunda kalacağı çok ciddi bir sığınmacı sorunu olacak. Bunu bugünden konuşmak ve tahribatını en aza indirmek için gerekli tedbirleri bir an önce belirlemek ve hayata geçirmek zorundayız.

Bu basit bir 'misafire yardım' meselesi değil. Üç milyon insandan bahsediyoruz. Bunlar gelip geçici sığınmacılar değil bunlar kalıcı. Bunlar sosyal, ekonomik, kültürel yeni ve çözümü hem çok zor hem de çok maliyetli sorunların kaynağı. Asayiş, iş ya da işsizlik, eğitim, topluma uyum ve hepsinden önemlisi nüfus yapımızdaki değişim gibi sorunları şimdiden düşünmek zorundayız. On, on beş, yirmi ya da otuz yıl nüfusumuzun yüzde kaçı başka bir millete mensup olacak ve bu ne gibi sorunlar doğuracak? Bunları şimdiden düşünmek zorundayız.