O rektörlüğe aday olduğunda ben Halk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni'ydim. İstanbul basınında 'İran'da, Kum kentinde bulunduğu, oradan eğitim aldığı' yolunda haberler çıkıyordu. İki dostum getirdi onu bana. Hakkındaki haberlerden rahatsızdı. 'Söyleyecek sözünüz olduğu sürece, bu sütunlar size açıktır' dedim.

Süklüm püklüm birisiydi, bir koca camiayı temsil ve yönetim kabiliyeti konusunda kimseye güven vermiyordu. Ama ilişkilerinin kuvvetli olduğu söyleniyordu. Ankara'da destekçileri vardı ve o tarihlerde bir önceki rektöre ve ekibine karşı tavır koyan tüm sağcı (ülkücü-milliyetçi-muhafazakar) kesimler etrafında birleşmişlerdi. Buradan aldığı oy ve Ankara'dan sağladığı destekle de rektör seçildi.

Destekleyenlerin bir kısmı da dahil olmak üzere çoğu kimsenin 'keşke seçilmeseydi' demesi, çok sürmedi. Temsil kabiliyeti yoktu, adeta dökülüyordu. Yönetim kabiliyetinin olmadığı da kısa zamanda ortaya çıktı. Üniversite kaynıyordu ama en fenası gerek kadrolaşmalardaki keyfi tutumu ve dahası ayyuka çıkan yolsuzluk ve usulsüz harcama iddiaları karşısındaki akıl almaz suskunluğu idi.

Bir gazetede Varan:1 diye başlayıp, Varan:2, Varan:3 diye devam eden ve sanırım Varan:9'a kadar süren bir dizi yolsuzluk iddiaları yer almaya başlandı. Cevap vermek yerine derin bir sessizliğe gömüldü sonra da o gazete sahibinin karşısında el pençe fotoğraf çektirdi. Kendisini ve kurumunu savunmuyordu, aklınca barış çubuğu yakıyordu, kendisini bağışlatmaya çalışıyordu.

Benim için, beraat etmekle affa mazhar olmak arasındaki haysiyet ölçüsüdür insanı insan yapan. O günden sonra her şeyimle koptum ondan. Bir daha ne bir davetine gittim ne bir basın toplantısına katıldım. Büyük makamların küçük insanlar tarafından işgali, beni hep derinden yaralamıştır.

'Varan:1' ile başlayan seri, galiba en son 60'a kadar dayandı. Her bir yazıda ayrı bir konudaki bir haksızlık, hukuksuzluk ya da yolsuzluk iddiası dillendirildi. Bu iddialar daha sonra farklı gazetelerde de farklı olaylar, farklı bağlantılarla dile getirildi. Ve o hep sustu. Dürüst insanlar için hiç de zor sorular değildi sorulanlar. 'Sükût ikrardan gelir' sözü her ahvalde geçerli değildir ama halkın algısı bu yöndedir.

Yazmayacaktım; meslektaşlarımın büyük bir başarıyla ve kararlılıkla sürdüğü ve her seferinde doksana taktığı topa yandan girmek hiç huyum değil. Ama son mesai gününde 'ağır sorularına bir türlü cevap vermediği ya da veremediği' bir öğretim üyesini giderayak görevden alması yok mu; işte o ipin koptuğu andır. İlk mesai gününde o bölümün on bir öğretim üyesinden dokuzunun sergilediği dik duruş ve görevden alınan meslektaşlarına oy vererek ona indirdiği haysiyet tokadını yazmasam, alkışlamasam olmazdı.

Bu yazı 'düşene vurmak' değil gelene/gelecek olana ışık tutmaktır. Büyük koltuklara oturmak değildir önemli olan, önemli olan o koltukları doldurmaktır. Büyüklenmek değil koltukla birlikte büyümek ve koltuğu da o koltuğun asli sahibi kurumu da büyütmektir. Umarım beklentim boşa çıkmaz. Bu sadece benim değil o kurum mensuplarının ve bu kent halkının beklentisidir. Çünkü o kurum, bu kent için de bu ülke için de son derece önemlidir.