Osman Türkay 1927 yılında Kıbrıs'ta Girne'nin Ozanköy'ünde doğdu. Sanki bu köyde doğmanın hakkını verdi Osman Türkay ve büyük ozan oldu. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başlayan şairimiz Londra'da gazetecilik ve felsefe eğitimi gördü.İlk şiirlerini Varlık ve Beşparmak dergilerinde yayımladı.

Şiirlerinde insanın kozmik varlığını ve kaderini sorguladı. 7 Telli, Uyurgezer, Beethoven'de Aydınlığa Ulaşmak, Evrenin Düşünde Gezgin, Kıyamet Günü Gözlemcileri, Varyasyon, Gaipten Gelen Sesin Haritası vb şiir kitapları yazdı. Ayrıca T.C. Kültür Bakanlığı ' Seçme Şiirler'ini yayımladı. Şiirlerinin çoğu İngilizce ve diğer dünya dillerine çevrildi. Bazı şiirlerini eş zamanda ana dili olarak Türkçe araç dili olarak İngilizce yazdı. Yani anadilinden vazgeçmedi ama Türkçe yazdığı şiirlerin bir kopyasını da İngilizce yazarak Beş Kıta'ya yayılmasını ve tanınmasını sağladı. Dünya'da Ana dili dururken başka bir ananın diliyle yazan bir çok yazar yaşadı. Cengiz Aytmatov Rusça yazdı, Akif Pirinççi Almanya'da sadece Almanca yazdı. Elif Şafak romanlarının çoğunu İngilizce yazdı, sonra Türkçeye çevirtti. Bir yazarın eserlerini başka dilde yazıp anadiline çevirtmesi zamanımızda yaşanan en baskın bilinç yitikliği örneğidir. Londra'da yaşadıkları halde anadiliyle yazan iki büyük Türk evladı Cengiz Dağcı ve Osman Türkay'dır. Osman Türkay Londra'da ve gittiği Dünyanın her yerinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine mensup bir KIBRIS Türkü olduğunu söyledi. Büyük yazarlığını doğup büyüdüğü yaralı ve yalnız bırakılmış topraklarını reddederek değil tam teresine her yerde onu temsil ederek kazandı ve sürdürdü. İki kere Nobel'e aday gösterildiği halde kendisine bu ödülün asla verilmeyeceğini bakınız sevgili dinleyicilerimiz nasıl anlatıyor :

'Ben İngiltere'de yaşıyor, İngiliz vatandaşı sayılıyorum, ama ben Kıbrıslıyım ve Türk'üm. Londra'da düzenlediğimiz Rumların mezalimini protesto mitinglerinde en önde yürüyen olduğum için Hıristiyan dünyası bunu hazmedemez. O gün meydana çıktığım günü, benim ismimin üzerine kalın bir kırmızı çizgi çekilmiştir.'

Avrupa'nın bu derin yüzünü iyi gördü şairimiz. Ama o şiirini, ana dil sevgisini birilerinden ödül almak için taşımadı.2001 yılında doğduğu topraklarda Kıbrıs'ın Girne'sinde Dünya'ya veda etti. Ömrü boyunca ülkesini, Beşparmak Melodilerini, Akdeniz'i, Türkiye'yi ve dünyayı dolaştı, tanıdı, özümsedi ve yazdı. Yerelden milliye, milliden evrensele ulaştı ve bu yönüyle sadece ülkemizde değil bütün dünyada bu evrenin, bu kozmografyanın duygulu, çağrışımlı, barışçı sesi, temsilcisi ve savunucusu oldu.

Osman Türkay şiirlerini eş zamanda iki dille yazdı. Amaç dil Türkçe ve araç dil İngilizce. Ana dille yazdığı şiirlerini araç dil olarak gördüğü İngilizceye kendisi çevirdi. Yani ilginç tarzda o kendi şiirlerinin hem müellifiydi hem de mütercimi oldu. Her iki dile zengin bir gözlem ve hayal dünyası ve uzay ufku ve bakışı ile hakimdi. Şiirlerini ' uzay bakış açısı' ile de uyuşan 'rüyamsı düz metin tasarıları'yla besledi. Bunun örneği olarak şiirlerinin aralarında kısa şiirsel düz yazılar yazdı. O kısa metinler 'yeni masal' ya da ' evrenselin içindeki ulusallığı ve bireyselliği yansıtan rüya şiirler' gibiydi.'Uzay şiiri ' ile bir nevi ' kuantum şiiri'ni birleştirmişti Osman Türkay. Dinî duyarlılıkta yeni bir dile ihtiyaç duyanlar onun Besmele şiirini mutlaka dinlemeli ya da okumalılar..

BESMELE

Bu gece düşüme girdi/Her sabah yeni doğan güneş/Bu gece güneşten koptu bir ayrı dünya/Bu gece uzaya fırlatıldı ilk yapay uydu/Küçücük bir ayBu gece evrende bir başka hız var/Toprakta uzay, uzayda ateş, ateşte yıldız var/Bu gece dünyamızın yörüngesinde/Uydular uçar

Bu gece madensel bir besmele ile vurdu saat/Bu gece besmele ile çağırdı kalem:/Esirgeyen bağışlayan Tanrı adıyla/Kalktım yataktanNe ün, ne onur, ne şan/Besmele besmele büyüdü kafam/Ne bulut ne ufuk ne yıldı/Besmele besmele gerindi akşamNe sinir, ne pazu, ne kemik, ne kan/Besmele besmele uzadı kollarım bacaklarım/Ağzım, gözlerim, kulaklarım/Alıcı ve verici cihazlarımBesmele besmele başıboş/YapayalnızEsirgeyen bağışlayan Tanrı adıyla/Uzanıp samanyoluna yatıyorum

Osman Türkay şiirlerine bu yeni bakışı getirdi. Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla Samanyolu'na uzanıp yattı. Suyu, göğü, insanı ve evreni şiirsel olarak algıladı Osman Türkay. Dünya Şiir Formunun büyük sesi oldu. 'Uzay Şairi' unvanını aldı. İnsana, milletimize uzay genişliğiyle baktı. Adeta tayyizamanla Orhun vadilerine gitti. Orada köklerimizi buldu. Akdeniz'e Kıbrıs'a ve Türkiye'ye bağladı kendisini. Bu 'kozmos şairi' bütün dünyanın seyyaresi; Kıbrıs, Türkiye ve Akdeniz'in ise sabitesi oldu. OBeşparmak Melodileri'nde şunları duyumsayıp dile getirdi:

Bir yaz gününün bu eşref saatinde Yeşil çamlar /Yalçın kayalar /Baş döndürücü uçurumlar kaleler şatolar /Saraylar /Kıvrımlı asfalt yollar ağaçlar pınarlar/ Serin sular akıp gitmede rüyalarımda /Üstümde bir gök var mavi altımda ovalar zeytin yeşili içimde duygular bir iç deniz/ İç içe dalgalı Akdeniz. /Kim bilir bu anda ben neredeyim /Belki de uzanıp tutmak istediğin göklerin/içindeyim /Bir allı yel esmede komşu ülkelerden Kim bilir nerden /Şarkılarını dinliyorum yüce Beşparmak!

Şarkılarını dinliyorum binlerce kilometre uzakta/ Taymis'in süt mavi sisleri ortasında/ Evrensel sevgi, ümit ve gerçekten /Beş bin müzik yılı sonra gelecekten/ Koparıp zevkimize armağan ettiklerin/: Defne kokan, laden kokan bestelerin/ Öyle renkli, öyle candan, öyle derin/ Ezgücrin, sezgilerin, çizgilerin Senin./Belki Torosla'rdan, belki Akdeniz'den belki de karşı sahildeki kardeş şehirlerden Antalya'dan? Anamur'dan? /Adana'dan? /Mersin'den? Kendimi boşluklara bırakıp haykırmak geçiyor /İçimden: /Beşparmak! Beşparmak! /Bizim Beşparmak /Etten nasıl ayrılır tırnak?/ İşte karşımdasın çiçekli bir dal gibi /Ufku bir uçtan bir uca kuşatan hilal gibi.

Bütün dünyaya uzaydan baksa da bütün evrenin sesi olsa da Osman Türkay'ın şiirlerinde bir ' Akdeniz lirizmi' hakimdir. Mavi portakalda işaret ettiği, gözlerinin takıldığı, durup nefes aldığı, gözlerinin ışıdığı, kendini bulduğu yerdir Akdeniz boylamı onun için. Dünyaya veda edeceğini sezince arkadaşlarına 'Beni Kıbrıs'a götürün, Anavatanımda öleceğim' der. Doğduğu yerde terk eder dünyamızı. Beşparmak dağlarının serin kucağında ebedî uykusuna yatar.

Ülkemizde çok tanınmasa da Dünya'nın büyük şairidir o. Çeviri kitaplarının yanı sıra, çok sayoda şiiri de yabancı dile çevrildi. 15 şiir ödülü aldı. Bunlar arasında Uluslararası İtalya 1987-1988 Şiir Ödülü de var. Ayrıca Albert Einstein Özel Barış Ödülü ve iki Edebiyat Doktorluğu gibi onur ödüllerine de sahip. Şiirleri, Avrupa, Amerika, Afrika, Uzak Doğu ve Arap ülkelerinin sanat ve edebiyat dergilerinde yayımlandı. 1990-91 yıllarında şiirde Avrupa birincisi seçildi, ardından 'Victoria Altın Şiir Madalyası'nı hak kazandı. Onu takiben de Sidney Şövalyeler Konfederasyonu tarafından 'Şövalye Nişanı'na layık görüldü. . Dünyanın farklı ülkelerinden peş peşe verilen ödüllerin sahibi oldu,Osman Türkay. Amerika Birleşik Devletleri'nin San Fransisko kentinde faaliyet gösteren Dünya Kültür ve Sanatlar Akademisi de Yunus Emre sevgi yılında, 'Yunus Emre Sevgi, Barış ve Hoşgörü Özel Ödülü'nü Osman Türkay'a layık gördü. Çünkü uzay şairi Osman Türkay, 'değer yargılarımızın süzgeciyle metafizik alanın kaygı ve heyecanlarını bütün insanlığa iletme sevdasında' bir büyük şairdi.

Osman Türkay şiir evrenini işaretleyen şu kaygılarına bakalım bir yol:

Durup bir göz atarım balıklara /Salt bakmış olmak için/Bir bulut görünüyor ay ışığında/Belli ki 2000 yılı.../Bir ışık parçası titreşir/Ufukta;/Derim: Uçak gemisidir yüzen ada!/Üstüme çevrilir birden savaş başlıklı/Füzeleri/Der ki: 2500 yılında düşünen insan! /İşte o an beni konuşan sularda/Kıyamet kopar...//Kentin sokaklarında gölge olan kim?/Dünyamız nereye/Göçmüş,/Bu yer bizim gezegenimiz değil..

Şiirlerinin yanı sıra destan denemeleriyle de tanınan, mısralarında metafizik unsurları öne çıkardığı ve uzaylılara yer verdiği için, 'Kozmik Şiirin Öncüleri'nden sayıldı. İtalyan Türkolog Anna Masala Osman Türkay'a yazdığı mektupta şu ilginç tespitleri yapıyor:

'Senin şiirin geniş ölçüde Türk kalmakla birlikte, arı Türkçe'den yeryüzündeki tüm dillere çevrilebilen ozanca bir bildirgedir. Hepimizin 'Türk' olan yanıdır. Doğu'nun mistik noktasıyla, Batı'nın belirsiz bir noktası arasında köprü kuruyorsun. Akrobat türünden profesyonel ozanların eskimiş oyunlarına kaçmıyorsun. Senin şiirinde klasik kültürden, Orta Asya kozmogonisinden, Aristo'nun felsefesinden, Yunus Emre'den, Kerem'den edindiğin kalıtlardan, Türk'ün özgürlük duygusundan, iyi ile kötü üstüne Zerdüştçe bir düşünceden, sevgi, melankoli, makine ve metafizikten oluşmuş kültür tabakaları görmekteyim.''

Anna Masala'nın tespit ettiği bu sentez Dünya'da kaç şairde var? Dünyaya at gözlüğüyle bakan, yeni çağı, zamanı ve süreci iyi izlemeyen, sadece Batı şiirine takılıp kalan 'yerli oryantalist' yazarlarla ilgili Osman Türkay'ın şu tespitlerinin önemle altını çizmek istiyorum:

''Uzay çağında yaşadığımıza göre, bu çağda yazılan-çizilenlerin bu çağa ait olması gerekir. 20. Yüzyıl birbirini kısa aralıklarla izleyen yeni çağlar yüzyılı oldu. Asrın başında makina çağına, sonra atom çağına, hemen arkasından da uzay çağına girdik. Yazarlar, sanatçılar bu baş döndürücü hız içinde yaşadıkları çağın gerçeklerini kavramakta şaşalayıp, şiirin ta mağara devirlerinden başlayıp, yüzyılımızın başına kadar gelen temalarını işlemeyi sürdürdüler. Uzay çağında o kadar global sorunlar ortaya çıkmıştır ki bunlara gereği kadar ilgi gösterilmemiştir. Şairlerin keskin gözlemci olması gerekirdi. Çağın korkunç sorunlarının başında nükleer savaş tehlikesi, kimyasal ve biyolojik silahların tüm dünya insanlığını on kez değil, yüz kez öldürecek boyutlara ve miktarlara ulaşması, terörizm, uyuşturucu ticareti, çevre kirliliği, doğal dengelerin altüst olmaya başlaması, erozyon gibi felaket habercileri geliyor. Bunlara karşı barışı idealize etmek yerine, realize ederek uğraşmamız gerekirdi. Ne yazık ki bu kadar duyarlı olmaları gereken şairler, hele Türk şairleri, böyle bir çağda romantik şiir yazmayı sürdürdüler. Türk şairleri, özellikle Batı edebiyatını, genellikle dünya edebiyatını inceleyip, Batılı ve Doğulu şairlerin yüzyıllarca yaza yaza hangi noktaya geldiklerini saptayarak, onlardan bir adım olsun öne gitmeyi düşünmediler. Tek bir örnek. Lütfi Özkök, Orhan Veli'nin şiirlerini İsveç'te yayınladı. İyi etti. Ama, Orhan Veli'yi Rimbaud'un torunu olarak gösterdi. Bundan da kıvanç duydu. Orhan Veli ile Rimbaud arasında ne gibi bir bağ, ne gibi bir benzerlik var. Biri Fransız olduğu için dünyaca ünlüdür. Orhan Veli ise Türk olduğu için ünlü değildir. Birisi aramızdan çıkıp da Nobel'e aday gösterilse, millet protestolarla ayağa kalkar. Türkiye ve Türkler kendi kendilerine değer vermezlerse, yabancılar hiç vermez. Elbette ki Türkler Nobel'i bir gün kazanacaklar. Ama belki de yolu Avrupa ve Amerika'da bulunan Türkler açacak.''

Ömrünün büyük kısmını Londra'da ve dünyanın beş kıtasını gezerek yaşayan ama ana dilinden ve Türklüğünden asla kopmayan bu büyük yazarın gözlemleri ve duyarlılığı , ibret vericidiŞimdi onun kozmogonik bir şiirini, çağın, bilimin ve duyarlılığın göstergesi olarak Su şiirini sizlerle paylaşmaktan büyük haz duyuyorum:

SU! SU! SU!

Her yanım hep mermer akı, gök mavisi su!

Gemiler geçer seni özlediğim ufuklardan

Gemiler sedef sedef, gemiler buğu buğu.

Bir aynı dünyadayım Atlantis'ten de yaşlı:

Batmışım şu sulara dağlar boyu,

Ellerim, bir uzak kıyıda, belki eski Amerika'da,

Gözlerimde bir mavimsi Akdeniz aydınlığı:

Mor köpükler, kayalar, yosun ve kuğu.

Ulur içimde, ulur bir görkemli, birçok güzel su.

Ulur sürekli uğultularla liman liman, kıyı kıyı:

Girne'de bir at nalı, Magosa surlannda güvercinler u! u! u!

Ulur koşaraktan bir daha, ulur bir daha:

Ufuktan ufuğa şimşek şimşek çakan kahkaha!

Sular zincirini kırmış, sular özgür

Sular mavi mavi, sular püfür püfür

Her an biraz daha hırçın, biraz daha gür:

Ben tutsağım zamana,

Sular beni öncesizden sonrasıza götürür!

Sular gürül gürül, sular özgür.

Aşar başımın üstünden mor dalgalar,

Aşar da gene aşar, gene aşar;

Uzun yeleli deniz atlatınca

Bir bitmeyen koşuda

Ellişer ellişer, altmışar altmışar.

Bir Türk, bir Kıbrıslı, bir Akdenizli, bir evren, bir uzay şairi olarak o Beş Kıta'nın beşine de defalarca gitti. Uçaklardan baktı dünyaya. Küçüklüklerden kurtuldu. Büyük, sihirli ve barışçıl bir gözle baktı dünyamıza. Mavi portakalımıza sonsuz uzaydan haberler getirdi Osman Türkay; kimi zaman açıkladı uzaylıları:

Müjde. Güzel haberler var sana Neptün'den

Bal ırmaklardan, süt denizlerden

Erkeğin dişiyle bu sevişme anında

Açık denizlerimizi görmeye gelmiş

Jüpiterli dev martıların

Transmiterlere benzeyen kanatlarında

Tahrip edilen dünyaya karşı bir çocuğun ağzından şiirsel dua yaptı Osman Türkay. O gezdiği, bildiği, tanıdığı, sezdiği ve hayran olduğu evrenin büyük sırdaşı, büyük oydaşı ve büyük dostudur. Küresel büyük sorunlara karşı kozmik bir terapi ile küresel olumlu güçleri harekete geçirdi şiirlerinde Osman Türkay.Anayurduna, onun kabul edilmeyen varlığına ve ayyıldızımıza da saflığı, bozulmamışlığı temsil eden bir çocukla seslendi şairimiz ve şu duayı yaptırdı ona:

ŞAİR ÇOCUĞUN SABAH DUASI

Tanrım ne olur böyle her gün

Gökyüzü masmavi

Hava sımsıcak olsun

Beşparmak dağlarının ötesinden

Güneş evimize annem gibi doğsun

Arınmış sevinçlerle dudaklarımız

Öpsün ışıkta titreşen çiçekleri

Yün iğirsin nineler

Emzirsin nur topu bebekleri anneler

Kırlangıçlar sallasın beşikleri

Tanrım ne olur aklımız

Sokakta serseri köpek taşlamasın

Su gibi bilelim derslerimizi

Öğretmen bir gün de

Derse tokatla başlamasın

Tanrım ne olur Ay yıldızın gölgesinde özgür

Yaşayalım bir ömür boyunca mutlu

Toroslardan esen yelde olsun ana sütümüz

Tanrım ne olur resmi olsun gülsün bugün

Bize sert bakmasın Atatürk'ümüz

Tanrım ne olur bir ömür boyu

Gönül yanığı türküler söylesin çobanlarımız

Unutulsun tarla tarla yeşeren sızılarımız

Hora tepsin halay çeksin oğlaklar

Kaval çalsın kuzularımız

Tanrım ne olur ulu aydınlıklarla

Uçur bizi iri çiçeklerin gönlüne mutlu

Dağdan dağa savrulsun kelebek tozlarımız

Anaç tavuklar açsın kapımızı

Çalar saat gibi vaktinde ötsün

Uyku sersemi horozlarımız

Ku ku diye kuğusun güvercinler

Uçadursun uçaklarında yusufçuklar

Güzel türküler söylesin saksağan

Ve bizi korkutmasın

Tünelden tren çıkarcasın

Yuvasından önümüze davetsiz çıkan

Serseri kara yılan

Biz yaşarken adını duyamasak, kıymetini bilemesek bile sen Beşparmak dağlarının serin ve görkemli eteğinde rahatça uyu ey büyük Türk Uzay Şairi !