Resim yapacağım ya!
Kağıt bana bakıyor ben kağıda…
İçimde şimşekler yalıyor, yıldırımlar çarpışıyor!
Önce 62 rakamından tavşan çizdim.
Beğenmedim.
Sildim.
***
Bir çizgi çektim.
Bir çizgi daha…
Bir daha!...
Boğazlar, Marmara, Karadeniz, Akdeniz, Ege denizi ve Kardak kayalıkları…
Kağıda Türkiye haritasını yerleştirdim.
Ezbere Türkiye haritasını çizemeyenler; ilkokul beşte, bendenizden diploma alamazdı!
Resim yaparken o öğrencilerimi düşündüm.
***
Kalkıp aynaya baktım.
Şimdi de kendi gözlerimi yapacaktım.
Dünyaya bakıp da gören gözlerimi.
Yaptım da!
Önce kaşlarımı çizdim.
Altına gözlerimi.
İçine kederli gözbebeklerimi.
Sonra gözbebeklerime bir isim yazdım.
Becerebildiğim kadar kağıdın derinliğinden gelen bir el resmi yaptım.
Başparmakla, işaret parmağının ucunda ferman gibi bir vesikalık fotoğraf!.
Çizdiğim resimdeki fotoğrafa bakma ihtiyacı duydum.
Güzeldi.
Hem de çok güzel…
Alt tarafa da gözleri belli olmayan bir balerin çizdim.
Giyilmemiş ayakkabısını da.
Ve bu kompozisyonu aydınlatan yıldırım yansımaları çizdim.
Karanlıktan aydınlığa varmak istercesine…
***
Birdenbire resim yapmaktan vazgeçtim!..
Kendi kedime – sonra çizgiden boyaya geçerim- dedim.
Kara kalemi bir kenara bıraktım.
Antik Çağda mağara resimlerini düşündüm…
O mağaralara girmiş miydim?
O hayvan figürlerini görmüş müydüm?
Hayır!.
Kitaplarda görmüştüm.
Öğretmek kolay, eğitmekse zordu.
Sonra çizgi ile başlayan resmin, boyaya nasıl geçtiğini düşündüm…
Yontma Taş devrinde çizilen öküz, inek resimlerini; Maya uygarlığındaki dinsel sembolleri düşündüm…
Eski Mısır’da papirüs kağıtlarına, mezar duvarlarına, tapınaklara yapılan çizimleri…
Çatalhöyük’teki köpek resimlerini, vazo çizimlerini…
***
Evet; çizgi ile başlayan resmin boyaya geçmesini düşündüm…
Eski Yunan’daki soyut motifleri… Efsanelerin, kahramanlıkların sembollerini…
Romalıların Lahitlere yaptıkları savaş resimlerini; kentlere diktikleri heykelleri…
Mezopotamya’daki geometrik çerçeveleri, insan figürlerini…
İslam ülkelerinde özgün gelişen resimleri…
***
Nihayet; Rönesans’ta insanın kendini ve dünyayı keşfetmesini…
Leonordo Vinci, Michelango ve Raffaello gibi ustaların devrimlerini…
Bilimin ışığında gelişen dünyamızın güzelliklerini…
Özgün sanatçıların resimlerini…
Sonra ülkemizdeki Kurtuluş Savaşı resimlerini…
İnkilap sergilerini…
Asrımızın en büyük buluşu olan, bilgisayardaki resimleri…
Çağdaş medeniyet seviyelerine varmaya çalışırken; Abidin Dino’yu, Fikret Mualla’yı, Cevat Dereli’yi, Nurullah Berk’i düşündüm…
Sadece bunları mı düşündüm?
Elbette hayır.
İbrahim Çallı’nın: İstiklal Savaşındaki Zeybekleri, Atatürk Portresini…
Malik Aksel’in : Anadolu Halk Resimlerini…
Eşref Üren’in : Karadeniz Kadınlarını…
Nuri İyem’in : Halk Şairi ve Orkestra resimlerini
Sami Yetik’in : Milli Mücadele resimlerini…
Cemal Tollu’nun : Okuyan Köylü Kadın resimlerini…
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun: Folklorik değerlerdeki Köylü Kadın resimlerini…
Resim sanatındaki akımları; -izmleri-…
Şimdi ise popülist kültürdeki ressamların soyut resimlerini…
Akademisyen sanatçılarımızın sergilerini…
Sanatın evrenselliğini…
Evrenselliği…
Ölümlü dünyamızdaki sanatçıların; sonsuzluğa varma düşüncesindeki eserlerini düşündüm…
Sonra da Karl Marx’ın resim ile ilgili söylediği söz aklıma geldi!.
Neydi o söz?
“Geleceğin toplumunda ressamlar olmayacak; bütün öteki işlerin arasında resim de yapan insanlar olacak.”
***
***
Onca işimin arasında resim de yapacağım ya!.
Kağıt bana bakıyor ben kağıda!
İçimde ise şimşekler yalıyor, yıldırımlar çarpışıyor.
Çizdiğim resmin altına 141 rakamından başlayarak imzamı attım.
Beğendim mi?
Beğendim.
Silmedim.