Dağ başında olmak var şimdi. Ve Münir Nurettin'in o muhteşem sesi ve o muhteşem güftesiyle ve o güdtenin ilham perisi çoban kızıyla: '(Of of) Dumanlı başları göklere ermiş/ Yedi renk üstüne hareli dağlar/ Yan yana yaslanmış, el ele vermiş/ Ezelden ebede sıralı dağlar/ (Of of) Bağrımı yaslasam şu dağlar erir/ Kayalar sussa da kaval söylenir/ Sesim dağdan dağa yankılar verir/ Nerede gönlümün meralı dağlar/ (Of of of of) Gurbet çağladıkça gözüm yaşında/ Üflerim sazımı pınar başında/ Bir çoban kızıyım sürü peşinde/ Gönlümü rüzgara vereli dağlar.'

Ya da Aysun Gültekin'den Abdulvahit Kuzecioğlunun derlediği o muhteşem Kerkük uzun havasını dinleyerek solumak yaylaların özgür ve temiz havasını: (baba bugün) Dağlar yeşil boyandı/ Kim yattı kim uyandı/ (gözlerim ağam) Kalbime ateş düştü/İçinde yar da yandı/ Su se(r)ptim ateş sönsün/ Se(r)ptiğim su da yandı/ Aman aman elinden/ Di gel otur/ O gözel boyuna ben de ölüm/ (baba bugün) Yar dağıdır/ Sinemde yar dağıdır/ (gözlerim ağam) Başımda gam yuvası/ Dağıtsa yar dağıdır/ (gözlerim ağam) Kurbanam o zülfüne/ Gün vurar yel dağıdır/ Aman aman elinden/ Di gel otur/ O gözel boyuna ben de ölüm/ Dağlar dağlar oy dağlar dağlar.'

Bu nasıl ateştir ki sönsün diye serpilen suyu da yakar? O ateşin alevinde aydınlanmak ve de ısınmak için olsun dağ başında olmak var tam da şimdi. Bir yanda Türk Sanat Musikisi'nin zirvesi öbür yanda artık yaban ellere ha düştü ha düşecek Kerkük'ün en muhteşem sanatçısı Abdulvahit Kuzecioğlu'nun derlemeleri.

Dağ başında olmak var şimdi kentin mahpusluğuna inat alabildiğine hür hatta alabildiğine serazat. Sevmekte ve hatta sövmekte bile. 'Yaratandan ötürü cümle yaratılanı seven' bir imanın gür pınarlarından beslenmiş hangi yüreğe sevgili mi yok? Hele de çağdaş beşeriyetin tüm bireysel ve toplumsal, tüm teknolojik ve ideolojik kirlerinden, kirliklerinde uzak bir dağ başında.

Kutsal davaların siyaset bezirganlarının ikbal pazarında işportaya düştüğü ya da en kutsal değerin en süfli ihtirasların tatmini için bozuk para niyetine arsızca ve pervasızca harcandığı bir alemden dağ başlarının temizliğine sığınmak! Heyhat asla gerçekleşmeyecek bir hayal. Kaderin çağımız insanına kurduğu en kötü tuzak, verdiği en ağır ceza, zaferler çağının destanlarıyla büyüyüp riyalar çağında yaşamaya mahkûm etmek.

Hele hele destan kahramanı liderleri tanıdıktan sonra kendini lider diye pazarlayan/pazarlatan genel başkanların varlığına tahammüle mecbur kalmak. Gel de şimdi Arif Nihat Asya Hocayı arama ve gel de şimdi çıkıp dağların en yücesine onun o muhteşem şiirini tüm dünyaya haykırma:

'Nerde kaldı o çağlar ki,/ Analar kurt doğururdu,/Hilkat insan çamurunu/ Destanlarla yoğururdu./

Nerede o yiğitler ki gür/ Sesleri ülkeyi bürür,/ 'Yürü!' dese dağlar yürür,/ 'Dur!' dese kalpler dururdu?

Yurda, baş dedikleri bir/Ağır adakla geldiler/ Ve şu bayraksız dünyaya,/ Bayrakla geldiler.

Kopardılar ayı gökten,/ Bir ipek dala astılar…/ Yurt dediler, gölgesine/ Ayaklarını bastılar.

Yeryüzünün göbeğinde/ Kuruldu Kurultayları…/ Günleri sönmek bilmedi,/ Yere düşmedi ayları.

Onlardan kaldı bu toprak…/Biz gezip tozmayalım mı?/Yabanlar kıskanır diye/ Destan da yazmayalım mı?

Benim, dedemle yan yana/ Yazılı kalacak adım…/ Yıldızların söneceği/ Güne yıldızlar sakladım.'

Yine kabardı ayranım, yine heyheylendim sanki dağ başında gibi. Duy dünya, duyun cümle çapsız muhterizler ve cümle bezirganlar, ben yıldızların söndüğü güne binlerce yıldız saklıyorum yüreğimde.