Önceki iki yazımda Milli Mücadele’nin dönüm noktası olan Sakarya Meydan Muharebesi'ne giden süreçte yayınlanan Ulusal Yükümlülükler(Tekalif-i Milliye) Emirlerinden ilk yedisini yazmıştım. Beden olarak yorgun, imkan olarak yoksul ama iman ve inanç olarak alabildiğine dolu insanların destanıdır Milli Mücadele.

Yoksulluk ya da başka bir ifadeyle yokluk ve imkansızlık o noktadadır ki, ilk yazımda “ayağında donu olmayan” askeri yazmıştım. İkinci yazımda ise cephanesini taşımak için aracı hatta ondan da öte cephede düşmana sıkacak yeterli mermisi olmayan bir ordunun ve milletin varını yoğunu oraya koyuşuna misal diye “bedeli ödenmeyecek” demiştim. Evet; o millet dededen kalma silahını evlatlarına verdi ve evlatları o milletin vatanını o silahlarla kurtardılar.

Sekiz numaralı emre göre de “halkın, tüccarın ve nakliyecilerin elinde mevcut benzin, vakum, gres yağı, makine yağı, don yağı, saatçi ve taban yağları, vazelin, otomobil lastiği, lastik yapıştırıcısı solüsyon, buji, soğuk tutkal, Fransız tutkalı, telefon makinesi, kablo, çıplak tel, pil, tecrit edici madde ve bunlara benzer malzeme ile sülfirik asit stoklarının %40’ına ordu adına el konulacak ve parası bilahare ödenecektir.”

Sadece malzeme değildir yokluğu hissedilen, bir savaşı yürütecek yeterli teknik eleman da yoktur. Çoğu cephelerde kalmıştır, sağ dönenler de yorgun, sakat ve hastalıklıdır genelde. Dokuz numaralı emir bu elemanlar içindir: “Demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç ve araba yapan esnaf ile imalathaneler tespit edilecek, bunların üretimin, onarım ve yapım güçleri hesaplanacaktır. Ayrıca kasatura, kılıç, mızrak ve eyer yapılabilecek zanaatkarlar aranıp tespit edilecektir. Yukarıda belirtilen esnaf, imalathane ve zanaatkarlar savaş araç ve gereçleri üretim, onarım ve yapımıyla görevlendirilecektir. Devamlı görevlendirilenlere geçimlerine yetecek kadar ücret ödenecektir.”

Ulusal yükümlülükler on numaralı emirle sona erer: “Evvelce halka bırakılmış olan dört tekerlekli yaylı araba, dört tekerlekli at ve öküz arabaların bütün teçhizat ve koşum hayvanları dahil olmak üzere %20’si; binek at, top çekebilecek hayvanlar, yük taşıma atı, katır, eşek ve develerin %20’si ordu adına alınacaktır. Bu alınanların bedeli sonra ödenecektir.”

Donun, çarığın, çorabın, gazın, tuzun kısacası malın parası sonra da olsa az veya çok ödendi. Zaferin bedeli bir kutsal vatan, bir bağımsız devletti. Bir de verilen canın bedeli var. Hepsi bize kaldı; vatan da devlet de verilen o canlarının bedelini ödemek de. Parayla pulla ödenmez o bedel. Ancak bir Fatiha, ancak bir kavi iman, bir muhkem şuur ve hepsinden önce de o vatana ve o devlete, o bağımsızlığa ve o bağımsızlığın sembolü bayrağa sahip çıkmakla ödenir.

Ne dersiniz ödeyebildik mi ya da ödeyebiliyor muyuz o destanın kahramanlarına olan borcumuzu?