Kafamda matkap misali bir soru, beynimi oydukça oyuyor. Dilimde dışarıya dökülmek için çırpınan onlarca sözcük. Bir tarafta karargahını teslim etmemek için canını feda eden bir astsubay. Diğer tarafta aynı askerlik namusuna teslim edilen karargahını bir kurşun sıkmadan hatta bir yumruk sallamadan asilere teslim eden üst subaylar, albaylar, generaller.

Aynı ordudaki bu iki farklı asker davranışını, hangi kelimelerle açıklayacağız? Ömer Halisdemir'in sıfatında bir sorun yok. O bir kahraman, bir aziz şehit. Sorun onda değil sorun ötekilerde. Altlarına hakim olamayanlarda; karargahını savunamayanlar ya da savunmayanlarda. Beynimi bir matkap misali oyan soru, onların nasıl tanımlanacağı sorusu. Ve dilimden dışarıya dökülmek için çırpınan ama hala benliğimi bir giysi gibi sımsıkı saran o kuruma duyduğum sonsuz sevgi ve saygı nedeniyle dökülmelerine izin vermediğim kelimeler onlarla ilgili olanlar.

Merak ediyorum, Ömer Halisdemir'in fotoğraflarını gördüklerinde neler hissediyorlar acaba? Ya da o kanlı gecede karargahını, kışlasını savunmak için silah kuşanan ve darbecilerle yiğitçe vuruşan silah arkadaşlarıyla karşılaştıklarında, akıllarından neler geçiyor? Yüzlerine bir kızarıklık ya da bir mahcubiyet yayılıyor mu? Yoksa yaşamanın, makamı ve rütbeyi korumanın mutluluğu tüm diğer duyguları bastırıyor mu?

Bir tarafta darbe için yola çıkıp Beştepe'ye ya da Çankaya'ya ulaşamayınca soluğu Yunanistan'da ya da bilmem nerede alan subay giysili adamlar, subay giysili kaçaklar. Öbür tarafta Balyoz, Poyrazköy, Ergenekon ve daha bir yığın kumpas davasının yurtdışından gelip 'verilemeyecek hesabım yok' diyen yiğit subayları. Ve onuruna indirilmek istenen darbeyi alnına dayadığı silahla susturan Abdulkadir Kırca'lar, Ali Tatar'lar. Allahım, bunlar, bu birbirinin zıt karakterli subayları aynı ordunun subayı mı?

Eskiler 'hafızayı beşer nisyan ile maluldür' diyerek insanoğlunun unutkanlığını anlatırlarmış. Doğrudur; insanoğlu zaman zaman hafızasının zayıflığından zaman zaman da yüreğinin zayıflığından ya gerçekten unutur ya da unutmuş numarasına yatar. Ama tarih unutmaz. Tarih her olanı biteni kaydeder sayfalarına. Kahramanı da haini de. Görevini yapan yiğidi de yapmayan korkağı da. Selanik'i bir kurşun atmadan Yunan'a teslim eden Hasan Tahsin Paşa korkağını da Edirne'yi Bulgar'a karşı yüz elli beş gün destansı bir kumandanlıkla savunan Mehmet Şükrü Paşa'nın kahramanlığını da kaydettiği gibi.

Herkes tarihin hangi sayfasında yer alacağını kendisi belirler.