Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman Ankara'daki bir törende yaptığı konuşmada Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit ile Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki Cumhuriyet sürecini 'duraklama devri' olarak tanımlamış!

Sayın İsmail Kahraman'ın oturduğu koltuk önemli; aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihini yazan, o devleti kuran kahramanların oturduğu bir koltuktur. O koltuk Mustafa Kemal Atatürk, Ali Fethi Okyar, Kazım Özalp, Abdülhalik Renda, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Şükrü Saraçoğlu, Refik Koraltan gibi Milli Mücadele kahramanlarının oturduğu koltuktur. O makam Cumhurbaşkanlığı makamından sonraki en önemli makamdır ve siyaset üstüdür, şu veya bu partiyi değil, meclisin bütününü ve dolayısıyla milletin ortak temsilini ifade eder.

Sayın Başkan'ın konuşmasında kullandığı 'Muhteşem Recep Tayyip Erdoğan dönemini' konumuz dışıdır, o tarih değerlendirecektir. 'Muhteşem Abdülhamit Han dönemi' ise, keşke gerçek olsaydı ama, ne yazık ki gerçek değildir. Asırlarca bize tabi olan Romanya, Sırbistan ve Karadağ Sultan II. Abdülhamit döneminde bağımsızlıklarına kavuştular. Üstelik Sırbistan Niş'i, Karadağ Bar iskelesini, Romanya Dobruca'yı aldı. Bosna-Hersek aynı dönemde kağıt üzerinde bize bağlı olmak kaydıyla Avusturya-Macaristan yönetimine geçti. Keza Bulgaristan da aynı durumdaydı, hukuken bize bağlıydı ama içişlerinde tamamen özerkti. Teselya sancağı da Yunanistan'a Abdülhamit Han zamanında bırakıldı, Girit de aynı dönemde özerkliğini elde etti. Doğuda Kars ve Artvin vilayetleri ile Kotur kazası elimizden çıktı.

Bunlara Kıbrıs, Tunus ve Mısır'ı da eklediğimiz zaman kayıplarımızın büyüklüğü daha net görülür. Gerçi, bazıları Kıbrıs ve Mısır'ın hukuken Osmanlı toprağı olduğunu öne sürebilirler, doğrudur, ama bu hukuki durum fiili gerçekliği hiçbir zaman değiştirmemiş, Mısır ve Kıbrıs bir daha asla Osmanlı hakimiyetine girmemiştir.

Sorun sadece askeri mağlubiyetler ve muazzam toprak kayıpları değildir, sorun aynı zamanda müthiş bir ekonomik çöküntüdür. Osmanlı maliyesi 1881'de Duyun-u Umumiye İdaresi'ne teslim olmuştur. Duyun-u Umumiye bir ihtişamın değil bir çaresizliğin, bir yıkılışın kurumudur. Borca batık bir devletin alacaklılara teslimiyetinin ifadesidir. Osmanlının Duyun-u Umumiye borçlarını ödemek de Sayın Başkan'ın 'duraklama devri' diye nitelediği Cumhuriyet'e nasip olmuştur.

Burada bir noktayı özellikle belirtmek istiyorum. Ben bu satırları yazarken bunların hiçbirisinin Sultan Abdülhamit'in kişisel hatalarından, yetersizliklerinde kaynaklandığını öne sürmüyorum. Bunlar Osmanlı'nın üç asırdan beri süre gelen duraklama ve gerilemesinin kaçınılmaz sonucudur. Sanayi devrimini kaçırmış ve Avrupa'nın emperyalist devletlerinin çok gerisinde kalmış bir imparatorluğun başında kim olursa olsun sonuç kaçınılmazdı. Orhan Koloğlu 'Kanuni olmak kolaydır, Abdülhamit olmak zordur' der. Yaşadıkları çağ birisinin talihi diğerinin talihsizliğidir.

Keşke, yara hiç kaşınmasaydı, keşke ekonominin ve dış siyasetin giderek sıkıştığı ve dolaysıyla iç çatışmaya değil uzlaşmaya daha fazla muhtaç olduğumuz bir dönemde böyle talihsiz bir konuşma yapılmasa ve yeni bir tartışma yaratılmasaydı, ama yaratıldı. Şimdi artık gerçekleri ortaya çıkarmak, Yarında Cumhuriyetin Osmanlı'dan devraldığı mirası yazacağız.