Bir adam, bir bilim adamı, tam tabiriyle 'elde demir asa ayakta çarık' ülkeyi dolaşıyor, fırsat bulduğu her yerde 'geliyorum diyen felaketi' haber veriyor. Fakat ne dinleyen, ne anlayan ne de tedbir alan var. Felaket kapıyı çalmıyor, tekmeliyor ve kapının arkasındakiler, evin içindekiler 'vur patlasın çal oynasın' yaşanılan anın keyfini çıkarıyor. Afyon çekmek böyle bir hal midir?

Samsun Ondokuzmayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Demir'den ve onun özellikle son iki yılda yoğunlaşan bir çabayla dikkat çekmeye çalıştığı 'küresel iklim değişikliği' ile bunun ülkemize getireceği 'kuraklık ve dahası çölleşme tehlikesidir' gelip kapıya dayanan.

Son bir yıl içinde bu konuda üç ayrı program yaptım Sayın Demir'le Samsun HaberaksTV'de. İki gün önce yaygın basında 'korkutan harita' başlığı altında 2016 Ekim ayı yağmur haritası yayınlandı. Neredeyse tamamı kahverengiye boyanmış bir harita, seksen bir ilden sadece sekizi yeterli yağmur almıştı geçtiğimiz ayda. Türkiye kavruluyor, Türkiye çölleşiyor. Ve değişen iklim çölleşmeyle birlikte felaket ölçüsünde yağışları da beraberinde getiriyor; ama zamansız yağışlar, ama alışılmadık yağışlar. Yağmurun ve suyun faydası yerine selin yıkıcı tahribatını taşıyan yağmurlar.

Tevekkülü kulun bilgisizliği ve tembelliğine gerekçe kılma alışkanlığımız, daha doğrusu kronik hastalığımız; burada da kendini gösteriyor. Televizyon haber kanalında sabah sabah bir haber çarpıyor gözüme. Doğunun kayak merkezi bir ilçede kar duasına çıkmış ahali. Hoca 'bizim kar makinemiz yok, biz de Allah'tan istiyoruz' diyor. 'Bilimi Müslümanın yitik malı' ilan eden Peygamberin ümmetinin haline kızmak mı gerek yoksa ağlamak mı, bilemiyorum. Bir kar makinesini yapamayan bir teknoloji, satın alamayan ekonomi ve bu kadar basit bir sorunu bile Allah'a havale eden bir anlayış!

Türkiye'yi sadece kuraklık beklemiyor, inşallah olmaz ama bu kafayla, bu vurdumduymazlıkla gidersek, çok uzun olmayan bir gelecekte bizi ciddi bir beslenme sorunu da bekliyor olacak. Hayvancılığı neredeyse yok olma noktasına gerilemiş, ette olduğu gibi tohumda da dışarıya bağımlı ve hatta mahkûm hale gelmiş bir ülkeden bahsediyorum. Bu ülkenin her geçen gün imara biraz daha fazla açılan ve tahrip edilen mevcut topraklarıyla ileride biraz daha artacak bir nüfusu yeterince beslemesini beklemek hayalcilikten de öte bir şey olur.

Hangi kökten gelirsek gelelim, hangi mezhepten, hangi meşrepten ve hangi cemaatten olursak olalım ve hangi partiye oy verirsek verelim hepimiz bu toprakta yaşayacağız ve hepimiz aynı kaderi paylaşacağız.

Kısır çekişmeleri bir kenara koyup temel konularda birleşme zamanı geldi de geçiyor bile. Sadece kuraklık değil, ekonomi ve dış siyasetteki gelişmelerde bizi buna icbar ediyor. Hem yerimiz daralıyor hem de zamanımız azalıyor. Köprüden önce son çıkış tabelalarına az kaldı; aman dikkat…