Türkiye'de seçim yaklaşırken neredeyse tüm lider kadrolar açısından bir taahhüt söz konusudur. Bu taahhüt adaletin tesisi ve güçlendirilmesi hakkındadır. En irisinden en cılızına, en eskisinden en yenisine, en sağından en soluna ve neticede iktidarından muhalefetine kadar tüm partiler adaleti kitlesine söz vermektedir. Her şey bir tarafa bırakılacak olursa uzun yıllardır yönetimde olup hükmetme irade ve idari kudretine sahip olanlar tarafından seçmen grubuna adaleti bir argüman olarak sunmak ve bu anlamda hüsnükabul beklemek kitleye mi yoksa özbenliğe mi taşlama hükmündedir, tartışılmalıdır.

Gerçek şu ki Türkiye'de herkes kendi görüşünün bağnazıdır. Hakiki manasıyla adalete talip olan ve adaletin hakkıyla icrasında çalışacak gönüllü neferlerin sayısı pek azdır. Bu sebeple öncelikle belirtmek ve belirlemek gerekir ki Türkiye'de 'vicdanlarda kuru temizleme' yapılmadan bir inkılap veya değişimin tahakkukunu beklemek ham bir hayalden ibaret kalacaktır. Zira pak vicdanların şahlanışına tesadüf etmeden bir şifanın gerçekleşmesi imkansızdır.

Türkiye'de derinden hissedilmeyen şeylerin pazarlanması konusunda kişiler ve kurumlar pek mahirdir. Dilde ahlak vardır ancak tersi icra edilir, kanaat tavsiye edilir ancak en lüks araca binilir, hitapta kerem vardır ancak yaşamda hikmet yoktur, kalkınma sözü verilir fakat hak etmeyenler abad edilir, kutsal metin tavsiye edilir ancak yüzünden okunur ruhu özümsenmez…Ve ne yazık ki adında adalet yazar, dilde adalet diye okunur ancak adaletsizliğin şahikası yaşatılır.

Bu bağlamda adaleti zerrelere nakşetmeden ve 'insani cari açığı' azaltmadan adalet beyanı ancak bir ikiyüzlülük vesikası olacaktır. Bizler katre olmadan ummana talip olanlarla irtibatımızı keserek gerçekten adalet sözünü gırtlaktan aşağıya, kalbe indirmesi mümkün olabileceklerle gönül köprüleri kurmalıyız. Netice itibariyle siyasi hezeyan, doktrin ve bagajları bir kenara bırakarak lale mevsimine kulaç atmak, dileriz bir gün mümkün olur…