Sabah sabah üç ayrı ve üç muhteşem ses ve bir muhteşem türkü… Muzaffer Akgün, Zara ve Aysun Gültekin… Ve bir Urfa türküsü… 'Kışlalar doldu bugün/ Doldu da boşaldı bugün/ Gel kardaş görüşelim/ Ayrılık oldu bugün…'

Kışla ve gurbet… Bizim türkülerimizin iki vazgeçilmezi. Anadolu'nun kaderiydi bir zamanlar ve hala da kaderidir gurbet ve kışla. Anadolu erkeği ekmek parası için gurbete, vatan görevi için de kışlaya gitmiştir ve elan da gitmektedir. Gurbete ağıtlarla ve ağlayarak, kışlaya şenliklerle ve gülerek.

Benim çocukluğumda askere gidenlere kınalar yakılırdı. Analar, oğullarıyla birlikte köyden şehre iner ve berbere giderlerdi bir tutam saç almak için. O bir tutam saçı koynunda saklardı analar tam iki yıl boyunca, koklar öperdi. O bir tutam saçta evladını görürdü.

Ben ortaokul yıllarımda akraba kadınların mektupçusuydum. O yıllarda ne telefon vardı bizim oralarda ne de kadınlarımız arasında doğru dürüst okuma yazma bilenler. Ben yazardım ve ben okurdum akraba kadınların mektuplarını. Gençler hasretlerini dile getirmekten ar ederlerdi, çok sevdiklerimin sevgisini ben eklerdim onların mektuplarına. Bana kızarlardı 'edepsizlik yapma' derlerdi ama bilirdim ki hoşlarına da giderdi. Yaşlılar, halalar, teyzeler ise gurbette ekmek parası için kazma kürek sallayan oğullarına gönderdiği paranın hesabını vermekten ve konu komşunun selamını iletmekten gelinden, gelinin hasretinden, sevgisinden vazgeçtik sağlığından bile söz etmeye fırsat bulamazlardı.

Gece olup da karanlık çöktüğünde, köyü bir baştan bir başa bir yanık türküler, çoğunlukla da uzun havalar sarardı. Hele de hemen herkesin damlarda yattığı yaz günlerinde. Bir damdan bir başka dama taşınan uzun havalarda dile gelirdi köyün ortak hüznü.

Sevdiğini gurbete gönderen insanların türküsünde hüzünden başka ne olur ki? İsyan imanımıza tersti. Bize kalan ağıttı ve biz türkülerle ağlardık. 'Kışlalar doldu boşaldı bugün' ve Muzaffer Akgün o günlerde, ta çocukluk yıllarında yer etmiş benliğime. Hatırlıyorum, babam da çok söyledi o uzun havayı ve çok ağladı, kimi zaman sessiz kimi zaman da hıçkırıklarla. Babam 'Batan gün kana benziyor/ Yaralı cana benziyor/ Ah ediyor bir gül için/ O bülbül bana benziyor' türküsünü de hem sık söyler hem de her seferinde ağlardı. Daha sonraları öğrendim, benim adını aldığım ve çok genç yaşta kaybettiği ağabeyi o türküyü çok severmiş. Söylemesi ve ağlaması ondanmış. Ben amcamı tanımadım, babam evlenmeden önce vefat etmiş. Ama ben de yıllardır ağlarım o türküyü her dinleyişimde. Babamın hüznüne ortak olmaktan mıdır bu hal, bilmem.

Muzaffer Akgün'ün okuduğu 'Kışlalar doldu boşaldı' ile başladım hüzünlenmeye, ağlamaya ve de yazmaya. Zara ile Kerkük'e uzandım 'Baba bugün dağlar yeşil boyandı' diyerek. Aysun Gültekin'in söylediği 'Hüma Kuşu' ile bitiriyorum bu yazıyı. 'Hüma kuşu yükseklerden seslenir/ Yar koynunda bir çift suna beslenir/ Sen ağlama kirpiklerin ıslanır/Ben ağlayım ki belki gönül uslanır…/

Gönül bu ağlamakla uslanır mı? Üstelik de, uslanmalı mı?