İki gün üst üste yazdım, bu üçüncü yazım aynı konuda. Konu Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun “Dersim isyanını Kerbela katliamıyla eş tutan” talihsiz konuşması. Biri adalet arayışı, hak yürüyüşüydü. Diğeri “şekavet ve tegallüb (eşkıyalık ve sömürü) düzenlerinin” devamı için aşiret reislerinin devlete isyanıdır. Birisi düzen peşinde şehadet şerbetini içmeye yürüyüş diğeri düzene başkaldırıdır. Her şey bu kadar açıkken bir akademisyen olan Sayın Başbakan’ın böyle bir benzetme yapması, aklın alacağı bir iş değildir, ama ne yazık ki bir vakıadır.

Seyit Rıza bir hak kavgacısı, isyanı da zulme başkaldırı değildir. Seyit Rıza bir eşkıyadır, Seyit Rıza bir asidir. Seyit Rıza’nın ilk isyanı Cumhuriyete değil Osmanlı’yadır. Seyit Rıza’nın köyünü ilk basan, kendisi ormana kaçtığı için evini ve köyünü yakan da Osmanlıdır. Bunu Osmanlıyı eleştirmek için yazmıyorum tam tersine Seyit Rıza’nın kim olduğunun daha net anlaşılması için yazıyorum.

Arşivlerde bir mektup vardır. Uzundur, tamamı bu sütuna sığmaz, gereksizdir de. Sadece son bölümünü alacağım buraya; aynen şöyledir:

“Üç milyon Kürt, benim sesimden Ekselanslarına sesleniyor ve hükümetinizin yüksek manevi etkisinden Kürt halkını yararlandırmanızı sizden istirham ediyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımın kabulünü rica ederim.”

İngiltere’den destek isteyen bu mektup 30 Temmuz 1937’de ilk isyan sırasında Dersim dağlarından İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na yazılmıştır. Altındaki imza “Dersim Generali(!)” unvanını kullanan Seyit Rıza’ya aittir.

Başlıktaki soruya tekrar dönelim ve bir daha soralım: Hazreti Hüseyin, Papaya mektup yazmış mıydı ya da yazar mıydı? Hatta ve hatta böyle bir zilleti hatırına getirir miydi?

1937/38 isyanları Dersim’in ilk isyanı değildir, şimdilik son isyanıdır. Osmanlı dönemi isyanları, Osmanlı’nın Dersim’e düzenlediği operasyonlar ve Dersim’e nasıl baktığını anlamak için arşiv kayıtlarına göz atmak yeterlidir. Osmanlı “İzale-i Vahşet, Tashih-i İtikad ve Tasfiye-i Ezhan” layihalarında Dersim ve Dersimliler için geçen benzetmeleri ve haklarındaki kanaatleri, bugün hiçbir “yeni Osmanlıcı” yüzü kızarmadan okuyamaz.

Eğer Dersim’i konuşacaksak Osmanlı’dan başlamalıyız konuşmaya ve eğer birilerinin karmaşık aklına ve yetersiz bilgilendirmelerine dayanarak özür dileyeceksek Cumhuriyetle değil Osmanlıyla başlamalıyız özür manzumesine?

Yapmayın, tarihle yüzleşme modası ya da küçük siyasi çıkarlar uğruna tarihimize haksızlık etmeyin. Bir başlanırsa bu özür dileme gösterisine nerede durulacağı bilinmez. İş gelir Anadolu’yu yurt edindiğimiz için yerli sekenesinden, İstanbul’u fethettiğimiz için Bizans’tan, Mohaç için Macarlardan, Preveze için Haçlılardan ve hatta Çanakkale’den geçirtmediğimiz için İngilizler ve müttefiklerinden özür dilemeye dayanır.