Kostantiniye Türkün ezeli hasreti, Anadolu Türklüğünün ilk
Kızılelma’sı. Kızılelma ise Türkün kara sevdası… Kızılelma,
yaklaştıkça uzaklaşan ideal… Hep peşinde koşulan ama bir türlü
ulaşılamayan milli hedef… Anadolu Türklüğü, Söğüt’te kurulan küçük bir
beylikten üç kıtada asırlarca hüküm sürecek bir cihan imparatorluğuna
doğru at sürerken hayalini Kostantiniye Kızılelma’sı süslüyordu.
Peygamberimiz Hazreti Muhammet vermişti asırlar önce o kutlu müjdeyi
Kostantiniye, elbet bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne
güzel kumandan, onun askeri ne güzel asker “ diyerek. Biz
Kostantiniye’yi 1453’te fethettik o müjdenin izini sürerek ve
“surların dişini kerpetenlerle sökerek.”
Kostantiniye Kızılelma’sını derdikten yetmiş üç yıl sonra Budin
Kızılelma’sını dermektedir Türk orduları. Budin’den üç yıl sonra da
Beç Kızılelma’sını için Viyana kapılarındayız. Ya biz erken vardık
Viyana önlerine ya da kış erken bastırdı, kuşatmayı kaldırdık,
payitahta geri döndük. 154 yıl sonra bir kere daha dayandık Viyana
kapılarına. Ha açıldı ha açılacak kapılar, ha derildi ha derilecek Beç
Kızılelma’sı. Sırada İtalya var, Roma bekliyor bizi, sırada Rim Papa
Kızılelma’sı var derilmeyi bekleyen. İlkinde kış bastırmıştı,
ikincisinde de Kırım Hanı yol verdi, Jan Sobieski bastırdı. İlk defa
yenildik ve ondan sonra Milli Mücadele’ye kadar hep yenildik.
1300 başında cihan imparatorluğu için Sakarya boylarından yola
çıkmıştık, 1918 sonunda yine Sakarya boylarındaydık. Bu sefer elde
kalan ecdat toprağını kurtarmak için ordu düzüyorduk. Fethini Hazreti
Peygamber’in müjdelediği İstanbul düşman işgali altındaydı. 13 Kasım
1918’deki fiili işgal 16 Mart 1920’de resmi hale getirilmişti.
İstanbul 467 yıl sonra yeniden Kostantiniye olmak tehdidiyle karşı
karşıyaydı.
Türk Sakarya boylarından yeniden yola çıktı ve 6 Mayıs 1922’de kanlı
ve kirli işgale son verdi. İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve
Yunanlılar Türke bir kere daha boyun eğdi ve geldikleri gibi
gittiler. İstanbul’un Türk vatanı olduğu bir kere tescillendi, yedi
düvele bir kere daha kanla, kılıçla, iman ve irfanla kabul ettirildi.
Yıllar önce Muzaffer Özdağ Ağabey dikkatimizi çekmişti İstanbul’un bu
ikinci fethine ve kendine has o zarif üslubuyla “Peygamber
Efendimizin müjdesinden niye İstanbul’u Bizans’tan alan Fatih pay alır
da İstanbul’u emperyalist işgalinden kurtaran Mustafa Kemal Atatürk
pay almaz ki?” diye sormuştu. Cevabı sorunun içinde gizliydi.
İstanbul bizim ezeli sevdamızdı ebedi vatanımız oldu. Onu Bizans’tan
alan da bizim ecdadımız, onu İngilizler ve ortaklarından kurtaran da
bizim ecdadımızdır. Bir Fatiha’yı birine gönderirken diğerinden
esirgemek niye? Bir Fatiha, evet, onlar bizden sadece bir Fatiha
bekliyor. Nurlar içinde yatsınlar.