Ben Baba Hakkılara, Baba Gündüzlere, kaptanların serseri değil “baba” oldukları döneme yetişemedim. Ben futbolu Lefter Küçükandonyadis’e “ordinaryüs”, Metin Oktay’a “Taçsız Kral”, Can Bartu’ya “Sinyor” denildiği günlerde tanıdım ve sevdim. O günlerde sahalarda pitbullar, uçan adamlar, rakibine tükürenler, hakeme şamar oğlanı muamelesi çekenler yoktu. Ben spordan sahaları bunlar doldurduğu gün soğudum ve son Süper Kupa maçını seyrettiğim gün de tiksindim.

Eğer bu sütunlarda geçen yıl “bir sezon başında, bir de sezon sonunda yazacağım” sözü vermemiş olsaydım ve Sevgili Spor Müdürümüz Muhammet Çavuşoğlu bu sözümü hatırlatmasaydı yazmayacaktım.

Bir umuttu geçen yıl, Süper Lig’e ha çıkmıştık ha çıkacaktık. Saha da mı kaybettik yoksa bizim futbolcular bir başkasının masa başındaki hesaplarını saha içinde bozdular da onun hesabı mı görüldü? Akıl almaz kararlarla seyircisiz çıktığımız maçtan hayallerimize veda ederek ama inancımızı ve ümitlerimizi bu yıla taşıyarak döndük.

Bu imkanlarla ve bu kadroyla çıkar mıyız, çıkmaz mıyız bilemem. İnanç birçok zorluğun üstesinden gelmiştir. Bugünkülerin üstesinden de niye gelemesin. Gelirse şaşırmam, gelemezse kimseyi yargılamam. Şartları yeterince zorlamak ve elden geleni yapmak da en az kazanmak kadar önemlidir. Görevini adam gibi yapanlar alınlarından öpülür.

Futbolumuzla Süper Lig e çıkar mıyız çıkamaz mıyız, bunu bilmiyorum ama Samsun’u iyi bilen bir Samsunlu olarak “efendiliğin/centilmenliğin/sportmenliğin süper ligine” çıkabileceğimize yürekten inanıyorum. Bu kentin insanlarının kumaşı temizdir ve sağlamdır. Hızla genişleyen ve giderek neredeyse tüm spor alemini kaplayan saldırganlıktan, küfürden, kabalıktan uzak taraftarlığın en güzel örneklerini vitrine taşıyacak kalitededir.

Bu yıl hedefimiz; hem sahada hem tribünde Süper Lig olmalı. Maça “ölmeye değil gülmeye” gitmeliyiz ve sezon sonunda da Allah’ın izniyle gülmeliyiz. Sezon sonunda tekrar görüşmek üzere hoşça kalınız…