Eylülden rol çalmaya kalkışan serin bir Ağustos akşamındayım. Yine heyheylerim üstümde. Hazin itiraflar ve adinin adisi ifşaatlar. Kutsal kavramların yıllardır nice bin seviyesiz insanın kirli ağzında sakız oluşuna heyheylenmedeyim. Efendilerinin ağzını sildiği peçeteyi yiyen mümin kardeşini(!) ifşa eden bir kişiliğin bu ülkede ilahiyat hocası olmasına isyanlardayım.

Tam da saymaya saydırmaya başladığımda bizim Fatih arıyor. Fatih yaman bir siyasetçi ama aynı zamanda koyu bir Kemal Tahir hayranı. Aynı zamanda kaçınılmaz olarak yaman bir İttihatçı ve dahası Kara Kemalci. Aklı almıyor FETÖ müntesiplerinin bu ilk darbede daha bir fiske yemeden çözülüşünü, birbirini suçlayışını, satışını.

Hiç yadırgamıyorum; İttihatçıları biraz tanıyan kimsenin aklı almaz çözülmeyi, arkadaş satmayı. Fatih'in aklı da onun için almıyor FETÖ elemanlarındaki bu zavallılığı. Ona anlatmaya çalışıyorum ki İttihatçılar 'Uçuruma atılmak üzere olan bir imparatorluğu kurtarmak için yüreklerini ellerine alıp uçuruma atlayan insanlar topluluğu' idi. Onlar makam ve mevki için, onlar ticaret ve doğal olarak para ve pul için girmediler cemiyetlerine. 'Kuran-bayrak-silah' üzerine yemin edişleri bir çıkarın değil bir inanışın sonucuydu. Onlar -doğru ya da yanlış- bir yola inanarak çıktılar ve o yolda gözlerini kırpmadan ve asla geri adım atmadan canlarını verdiler. Kimi Rus kurşunuyla cephede alnından kimi de Etmeni kurşunuyla pusuda sırtından vurularak öldü.

Fatih'e anlatmaya çalışıyorum; 'Bunlar yani bu çözülenler yani bu FETÖ elemanları, batan bir devleti kurtarmak için yola çıkan idealistler değil, yükselen bir devleti ele geçirmek için teşkilatlanan bir fırsatçılar topluluğu.' Bunlar vermek için değil almak için bir araya gelmişler. Bunlar cihana meydan okuyan idealistler değil bunlar küresel gücün dümen suyunda palazlanma sevdasındaki kurnazlar. Hani meşhur meseldir ya: 'Baba, deve bir akçe, sat oğlum. Baba deve bin akçe al oğlum!' Ticaret erbabı yeri gelir alır yeri gelir satar. Fatih'in anlamadığı, daha doğrusu anlayıp da insanlığa sığdıramadığı da bu; ne de olsa Türk Tasavvuf kültürüyle büyümüş, aklı alsa da gönlü kabul etmiyor insandaki çürümeyi.

Eylülden rol çalmaya kalkışan Ağustos gecesinde bir taraftan bu satırları yazıyorum bir taraftan Hüseyni faslını dinliyorum. Heyheylerim Türk Musikisinin insan ruhunu dinlendiren eşsiz melodisiyle kaybolup gidiyor. Ve ben bu serin ve sessiz gecenin koynunda bir kere daha 'Türk yaratıldığım' için Allah'ıma şükrediyorum.

Umutsuzluk yok bizim kitabımızda. Bu bayrak bizim, bu devlet bizim, bu vatan bizim. Bu bayrak inmez, bu devlet yıkılmaz, bu vatan son Türk ölmeden ele verilmez.