Ben Sivas’ın karakışında büyüdüm. Ne kalorifer vardı evimizde ne
çamaşır makinesi ne de buzdolabı. Biz odun ateşinde ısınırdık;
çamaşırı annelerimiz elleriyle leğende yıkardı. Kısa yazın sıcağında
bozulacak ne yemeğimiz vardı ne de içilmeyecek kadar ısınan suyumuz.
Yemek tek öğünlük pişerdi; artmazdı ki ekşisin. Su köy çeşmesinden
taşınırdı, ılımasına kalmadan biterdi.
Ben, o, biz, hepimiz bugüne göre yokluklar bir önceki güne göre de
varlıklar içinde büyüdük. Bizden öncekiler İkinci Dünya Harbi’nin
yokluğunda ekmeği karneyle, gazyağını bardakla almışlardı. Onlar
seferberlik yıllarının çocuklarıydılar ve önceki günlere bakıp
dünlerine şükrediyorlardı. Onlar şükrün çocuklarıydı. Onların maddi
dünyası fakirdi ama mana dünyaları zengindi. Kilerleri boştu ama hem
gönülleri hem de kavramlarının içi doluydu. Değerleri vardı ve hangi
partiye, hangi cemaate mensup olurlarsa olsunlar değerleri ortaktı,
tartışılmazdı.
Heyhat, çağın imkânlarından yararlanarak maddi refaha onlardan çok
daha fazla sahip olan bizler, mana dünyasında ne yazık ki her geçen gün
biraz daha fakirleşiyoruz. Değerlerimizin içi boşalıyor, algılarımız
hem de kutsala yönelik algılarımız siyasetin kaba ve çirkin diliyle
param parça oluyor. Siyasetin basit çıkarı ya da kör inadı uğruna
kutsalımıza yönelik ihanetlere sessiz kalıyoruz, onay veriyoruz.
Çocuklarımıza maddi anlamda belki daha zengin ama mana planında,
kutsallar, algılar aleminde çok daha fakir bir miras bırakıyoruz.
Yalan konuşuyoruz, yalan yere yemin ediyoruz. Dinimizin ve
kültürümüzün ayıpladığı ve şiddetle yasakladığı yalanı ve yalan yere
yemini adeta meşrulaştırıyoruz. Dinen büyük günah olmasına rağmen
hasmımıza bühtanda bulunuyor, iftira ediyor, kara çalıyoruz. Sadece
kara çalmıyoruz, sınav sorularını çalıyoruz. Başkalarının hakkını,
başkalarının çocuklarının geleceğini çalıyoruz. Sırf kendi çocuğumuza,
sırf kendi yandaşımızın bebesine yol açmak ya da “devletin kılcal
damarlarına kadar sızmak” gibi bir hezeyan uğruna bu ülkenin masum
çocuklarının geleceğini çalıyoruz.
Çalınan, tahrip edilen gençlerin geleceği değil, çalınan bu halkın
değer ölçüleri, inançları. Parti taassubu ya da şahsi ihtiras ve ikbal
sevdasına halkın iman ve inancına zehir katıyoruz. Değer ölçülerini
sarsıyor, bozuyor, çürütüyoruz.
Lanet okumak dinimiz açısından yasak olmasa “lanet olsun böylesi
siyasete, lanet olsun böylesine kör sadakate ve lanet olsun bu
gaflete, bu dalalete ve bu hıyanete” diyeceğim; ama diyemiyorum,
yasak.
“Lanet olsun” diyemiyorum ama “Allahım sen bizi bu karanlıktan
çıkart” diyorum… Allahım, Allahım, Allahım, ne olur bitsin bu
gaflet gecesinin karanlığı ve ne olur, hangi parti, hangi zümre, hangi
cemaat olursa olsun, bizi aynı aydınlığın şafağında biraraya getir.