Sultan II. Murat oğlu Fatih Sultan Mehmet'e daha genç bir şehzade iken 'Sakın kimseyi aldatma. Ama kendini hiç aldatma' diye nasihatte bulunur. 'Kişinin kendisini aldatması gibi aldanış olmaz. Ve başkasının(gayrın) aldatışına benzemez. Zira başkasının aldatışı zamanla anlaşılır ve çare bulunur. Ama kişi kendini aldatırsa, aldandığını bilmez ve derdine çare bulmaz' der.

Cumhuriyet tarihinin en sinsi ve en köklü yapılanması tarafından sahneye konulan en adi, en kepaze ve en kanlı kalkışmasının üzerinden bir haftadan fazla zaman geçti. Bir daha böylesine bir kuşatma ve kalkışmaya maruz kalmamak için yaşadıklarımızla yiğitçe yüzleşmek zorundayız.

Her şey hepimizin gözü önünde oldu. Kimimiz din gibi bir kutsalın arkasında böylesine adiliklerin tezgahlanacağını kabullenemediğinden, kimimiz şahsi, ticari ve siyasi çıkarımızı orada gördüğümüzden, kimimiz de korkumuzdan sustuk. Susmayanları da ya hapse attık ya da bir şekilde devletten tasfiye ettik. Bugün geldiğimiz bu noktada, hepimizin günahı var ve hepimiz suçluyuz. 'Bilmiyordum' demek, 'Bana ahmak deyin' ucuzluğuna soyunmak ne sorunu çözer ne de sorumluluğumuzu ortadan kaldırır.

Prof. Dr. Necip Hablemitoğlu biliyordu. Eski polis Zübeyir Kındıra, polis müdürleri Cevdet Saral ve Hanefi Avcı biliyordu. Güneydoğu Gazisi Emekli Binbaşı Avukat Serdar Öztürk, Emekli Kurmay Albay Mustafa Önsel, Emekli General İsmail Hakkı Pekünlü, Emekli Hakim Albay Salih Zeki Üçok ve daha birçok insan biliyordu. Tartsan cüssesi kırk kilo gelmez ama yüreğini tartmaya kantarlar yetmez o kara kuru gazeteci Müyesser Yıldız biliyordu. Eski Harbiyeli gazeteci Yavuz Selam Demirağ ve ötekiler biliyordu. Hem de onların gücünü, kumpas kurmaktaki utanmazlıklarını ve zulmetmekteki dehşetlerini herkesten iyi biliyorlardı. Onların da geride eşleri ve çocukları vardı ama yine de susmadılar.

Neredeyse iki yıldan beri isim isim yazdılar, anlattılar ordudaki namussuz yapılanmanın utanmaz mensuplarını. Ve uyarmaya çalıştılar hem iktidarı hem toplumu 'bunlar darbe yapacaklar, o güçleri var' diye. Kimimiz gerçekten duymadık, çünkü ne vatan diye bir derdimiz vardı ne de millet diye. 'Vur de vuralım, öl de ölelim' slogancılığı en sağından en soluna bize fazlasıyla yetiriyordu.

Duyması ve tedbir alması gerekenler, meselenin ciddiyetini en yakınındaki astı tarafından esir alınınca anladı. Şimdilerde darbeyi zamanında haber alarak önlemesi gerekenler, darbe gecesi nasıl kaçırıldıklarını, ellerinin, ayaklarının nasıl bağlandığını anlatma yarışında. Sanki rehin alınmak bir marifetmiş gibi.

'Cumhurbaşkanı yaverinin FETÖ'cü olduğunu nereden bilecekti?' diyorlar. Yerden göğe kadar haklılar. Cumhurbaşkanları dünyanın hiçbir yerinde kimin hangi gizli örgüte mensup olduğunu bilmez, bilemez. O makamdaki şahsiyetten bunu beklemek o makamın görevlerine ve sorumluluklarına saygısızlıktır. Ama kimin ne olduğunu bilmekle görevli olan birileri vardır. O birileri eğer ihanet şebekesi elemanlarının Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının mahremine sokulduğunu göremiyorsa, orada ciddi bir sorun var demektir ve o sorun diğer tüm sorunlardan daha hayatidir.

Ne kendimizi kandıralım ne de başkasını ahmak yerine koyalım. Her şey hepimizin gözü önünde oldu. Şimdi kendi geçmişimizle yüzleşip nerede hata yaptığımızı tespit etmek ve her şeyden önce İslamiyet gibi bir yüce dinin şu veya yapılanma tarafından 'şahsi, siyasi ve ticari emellere araç kılınmasına' karşı çıkmak zorundayız.

Ve dün o çetenin kayığında çıkarlarının peşine yelken açanların bugün demokrasi nöbetlerine katılarak servis ettikleri fotoğrafların dünün 'maklube' partilerinde sergilenen sahtekarlıktan hiç de geri kalmadığını bilmek durumundayız.